sg

Çarşamba, Kasım 23, 2005

GİZLİ YAŞAMAK

İnsanlar insanların gizlerini araştırıyorlar. Çünkü insanlar
insanların gizlerini ciddi ciddi merak ediyorlar. Başka merak
edilecek birşey yokmuşçasına. Varlıkla yokluk arasında gidip
gelen kâinatta, varlığın kendisinin insan için önemli bir sorun
olduğu kâinatta, insanlar insanların ne yaşadıklarını öğrenme
telaşına düşüyorlar. İnsanların gizlerini bilenler bundan
büyük bir gurur duyuyor. "Yalnızca ben biliyorum" diyerek. Sonra
bunu çevresindekilere satıyor kibirle. Fısıltılarla ve sessiz
olmaya çalışarak.

Gizler gizlice yayılıyor. İnsan gizi bilmeyenler büyük bir
eksiklik hissedebiliyor. Gizleri bilenlerden öğrenen bilmeyenler,
birden sevinç histerisi nöbetine tutuluyorlar. Sanki hayatın
hakikatini elde etmişçesine. Sanki kendilerine sonsuz bir hayat
müjdelenmiş de onun esrimesini yaşıyor gibiler. İki insanın
arasında yaşananlar sadece onların gizi olarak kalamayabiliyor bu
gezegende.

Birisinin gizini araştırmak bir zulümdür. Çok zulüm işleniyor bu
gezegende.

İnsanlar birbirinin yaşamlarına fütursuzca giriyorlar. Sınır
tanımadan. Kimi zaman buna hakları olduğunu bile zannederek.

Her sınır tanımama bir zulümdür. Çok zulüm işleniyor bu
gezegende.

İnsanlar insanları konuşuyor. Tam o anda kâinatın bir köşesinde
bir yıldız yaratılıyor. Kara deliklerde bir yıldızın hayatı
söndürülüyor. Gökte ay tebessüm ediyor. Yaratıcının sonsuz
isimleri kâinatın her köşesinde tecelli ederken; tecelli eden
isimleri müşahede etme görevini bırakabiliyor insan. Kardeşinin
etini yemeye benzer bir eyleme tercih ediliyor vazifeler.

İnsanlar insanları çekiştiriyor. Kardeşinin etini yeme eylemi gibi
alçakça davranışlara giriveriyoruz birden. Yaptığımız
gıybetten dolayı sıkıntıya düşen ruhumuzun ve vicdanımızın
sesini kısmak için yine şeytan çıkıyor ortaya. Aklımıza
şeytanca bir düşünce geliyor. Bize, yaptığımızın gıybet
olmadığını telkin ediyor. Belki de sıklıkla yapılanlardan biri,
"Biz gıybet yapmıyoruz. Amacımız gıybet etmek de değil. O kişi
ile ilgili, onun iyiliği için ne yapabiliriz diye böyle
konuşuyoruz" oluyor. Gelin görün ki, Mektubat'ta böyle demiyor.
Gıybetin kendi hevesimize göre tanımından bizi çıkarıp, onun Rab
katındaki tanımını veriyor bize: "Gıybet odur ki: Gıybet edilen
adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerahet edip darılacaktı. Eğer
doğru dese, zaten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem
iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır."

İnsanlar insanların dedikodusunu yaparak insanlar insanların manevî
kişiliklerini öldürüyor. Bir insanın kişiliğini öldürmek bir
zulümdür. Çok zulümler işleniyor bu gezegende.

Halbuki insan çekiştirilecek bir nefsi içinde taşıyor. Burnumuzun
dibini göremiyoruz. İçimizdeki şeytanımızın şeytanlıklarını
göremeden haince oklarla saldırıyoruz bir mü'min kardeşimizin
meleksi özelliklerine. İncinen yalnızca meleksi özellikleri olmuyor
elbet. Meleksi özellikleri her daim müşahede eden melekleri de
incitmiş oluyoruz. Ya da şeytansı bir özelliğini fırsat bilip,
sanki tam da bu fırsatı kolluyormuş gibi, diğer tüm meleksi
özelliklerini mahkum ediverebiliyoruz.

Bazen de bir kimseye kafayı takıyoruz. O kimse gözümüzde birden
cani kesiliveriyor. "Birinin hatasından başkası sorumlu olmaz"
hakikatini fütursuzca çiğneyebiliyoruz. İçimizde öfke ve
kızgınlık hissettiğimiz kimsenin arkadaşları, akrabaları da
nasibini alıveriyor hemen. Birçok hastam binlerce kez aynı şeyden
yakınıp durdu yıllarca: "Kocamla/hanımımla ne zaman kavga etsek,
o zaman kocam/hanımım birden aileme karşı da düşman
kesiliveriyor. Onlara da küsüyor."

Birisinin hatasından başkasını da sorumlu tutmak bir zulümdür.
Çok zulümler işleniyor bu gezegende.

Tenkidçilik hastalığı sarmış dört yanımızı. Kibirli ve
mağrur nefisler birşey beğenmiyor. Onun şu'su var. Ötekinin
bu'su. Başka birinin başka bir kusuru. Arkadaşlık edecek, dostluk
kurulacak, Allah adına birlikte birşey yaşanılacak kimseler yok
gibi bir algılama üretiyor nefis. Her olay, her durum, bir de
bakıyorsunuz, mağrur bir nefsin büyüteci altında inceleniveriyor.
Takdir etme, beğenme; takdir ettiğini, beğendiğini iman kardeşine,
arkadaşına, dostuna, akrabasına, hatta ve hatta eşine söyleme
yanlışlıkla 'yalakalık' olarak algılatılıp benimsetilmiş
şeytan tarafından. Takdir etme, beğenme ve bunu söyleyebilme diye
bir haslet ondört asır öncesinde, Peygamberde bırakılmış sanki.
Takdir edebilmenin bir sünnet olduğu, dolayısıyla şimdinin iman
kardeşliğinin bir gereği olduğu bile bilinmiyor.

İnsanlar insanlarının davranışlarını gözetler olmuş. Nefisler
tam bir dikkat içindeler-şimdi onun, bunun, berikinin neyini tenkid
edebilirim diye. Ve insanlar birbirlerinin yanlışını ister olmuş.
Bu yüzden kişiler birbirlerine karşı kendilerini garda almışlar.
Her an birisi açığınızı yakalayıp tenkid okunu salabilir
üzerinize bu gezegende. Zamanımızın en büyük hastalığı narsizm
ise eğer; narsizmimizin kendisini en iyi gösterdiği yer de, kimseyi
beğenmemek ve insanlarda memnun olacak bir nokta bulamamak...

Takdir edilecek bir davranışı nefsin tenkid etmesi bir zulümdür.
Çok zulümler işleniyor bu gezegende.

İnsanlar insanların kararlarına müdahale ediyorlar. Çoğu zaman,
kendilerinin fikri sorulmadan bile. Anneler-babalar, Yaratıcılarına
karşı kendi adlarına sorumlu oldukları bir yaşa geldikleri halde,
"Seni ben büyüttüm ve senin hakkında en iyi olanı ben bilirim"
iddiasıyla ve vehmiyle, çocuklarının kararlarına müdahale
ediyorlar. Eşler birbirlerinin kararlarına müdahale ediyor.
Arkadaşlar birbirlerinin hayatlarına ve kararlarına karışıyorlar.
Arkadaş bile olmayan ve hatta araları iyi olmayan insanların bile
birbirinin kararlarına karıştıklarını görüyoruz bu gezegende.
Bu karışmalar, sanki karşıdaki insanın cüz'î iradesi
yokmuşçasına gerçekleştiriliyor. Yaratıcı bile insanın aklına
kapı açmakla birlikte iradesini elinden almaz iken... İnsanın
seçimleri ile varolduğu gerçeği unutuluyor. Bunlar, "Senin
iyiliğin için!" şeklinde rasyonalize edilerek yapılıyor. Bir
yanlışa yalan bir kılıf giydirerek "Sen bilmezsin; ben bilirim"
diyen benlik, bir kere daha dişini gösteriyor. Şeytanın elinde yine
zafer işareti!

İnsanlar size özgü olmasını istediğiniz, sizin tercihinizle var
olmasını istediğiniz ve hesabını hayatınızı veren Rabbinize
kendiniz olarak vermek istediğiniz bir hayatı, sizin hayatınızı
kendileri şekillendirmeye çalışıyorlar. Hayatınızın iyi
yönlerinin övgüsünü kendilerine, kötü yönlerinin faturasını
ise size yüklemek sevdasıyla yapıyorlar bunu. Akla kapı açmak
yerine bir insanın irade ve ihtiyarını elinden almak bir zulümdür.
Çok zulümler işleniyor bu gezegende. Hem de çok fazla.

İnsanlar gizlerinizi elinizden almak istiyorlar. Size ait birşey
kalmasın istiyorlar. Sizi bu yolla teşhir etmek istiyorlar. Size
özel olan birşeylerinizin olması belki de haset uyandırıyor.

İnsanlar insanların gıyabında hükümler veriyorlar. Yüzlerine
aynı hükmü söyleme cesareti gösteremeden. Arkasından, yargılama
seansı geliyor. Sonra cezalar kesiliyor. Hem de en ağırından.
Narsizm bir kez daha kendini gösteriyor. "Ben herşeyi bilirim. Son
sözü ben söylerim. Ben ne diyorsam, ne düşünüyorsam o
doğrudur" narsizmi bu da.

İnsanlar insanlar hakkında 'iman-ölçer'lik yapıyorlar.
"Senin imanın zayıf, sen adam olmamışsın, sen git iman
tazele!" nidaları atarak. Mutlak Yaratıcının işine karışarak.
Âlem-i gaybda, O'nun sonsuz bilgisinde olanı bildiğini zannetme
gafleti veya bunu iddia etme cesareti göstererek. Benlikler şaha
kalkıyor. Şeytan kıs kıs gülüyor. Şeytanın elinde yine zafer
işareti! Benlikler şeytanın elinde bir oyuncak. "Senin imanının
derecesini ben bilirim" demek bir zulümdür. Çok zulümler
işleniyor bu gezegende...

İnsanlar insanlarla çok rahat bir şekilde eğleniyorlar. Lakaplar
takıyorlar. Alaya alıyorlar. İnsanın Yaratıcısı insanı alaya
almıyor oysa. İnsanı muhatap alıyor.

Haddimizi bilmeden dönüp duruyoruz şu gezegenin yüzeyinde.
Üzerinde yaşatıldığımız gezegen bile haddini bilirken. Haddini
bilmemek bize pahalıya mal oluyor: Özel hayatlarda karmaşa kol
geziyor. Özel hayatlar özelliğini yitiriyor. Haddini bilmemek, özel
hayatları rencide etmek bir zulümdür. Çok zulümler işleniyor bu
gezegende.

Bütün bunlar nasıl oldu da başımıza geldi? Gizli kalmaması,
açığa çıkarılması gereken şey hayatın hakikati olduğu ve
bunun için de çok fazla zamanımızın, enerjimizin, ikinci bir
fırsatımızın olmadığı bir hayatta; hayatın gizini bizlere
yaşamıyla da sunan en sevgili, en insan insan olan Resûlü unuttuk.
Onun yaşamındaki gizlerin peşine düşmek yerine, nefsimizin alçak
meraklarına takıldık. Ve nefsimize zulmettik.

Hayatı yaşarken ya insanları anarız, ya da Kâinatın Rabbini.
Kâinatın Rabbi yerine bir insanı anmak O'nun her bir esmasına bir
zulümdür. Ve, O'nun esması sonsuz olduğuna göre, sonsuz bir
zulümdür. Sonsuz zulümler işleniyor bu gezegende...

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home


Komik Videolar   islam  şarkı sözleri  yemek tarifleri  gelibolu  huzur   sağlık