| Yaşlı ıhlamur ağacının çiçeklerinin kokusu dalga dalga her tarafa yayılıyordu. Yeni biçilmiş ot kokusu ile safa çiçeklerinin kokusunu bastırıyordu. Ermiş insanların dünyasını aydınlattığı gibi, ayışığı geceyi aydınlatıyordu. O gün, gün boyu çalışmış, yorulmuştu. İşlerini tez elden bitirip; kendini yatağa bırakmıştı. … Geniş bir bahçe, bahçenin ortasında saray yavrusu bir ev, renge renk çiçekler vardı etrafında. Güneş en güzel endamıyla parlıyordu. Dağların beyaz gelinliği hala üzerindeydi. Dere coşarak akıyordu. İğdelerin eteklerinde mor sümbüller, nergisler boy sürmüşlerdi. Ihlamur ağacının çiçeklerinin kokusu, diğer bütün çiçek kokularını bastırıyordu. Başından aşağı salınan üzerinde böğürtlen motifleri bulunan beyaz bir yazma göğüslerine doğru inmişti. Görünürlerde kimseler yoktu. Huzur ve esenlik içinden türküler, şarkılar söylemek geliyordu. Azerbaycanlı şair Mikail Müşik'in 'Yene O bağ Olaydı' şiiri kiraz dudaklarından tane tane dökülüyordu.
Yene o bağ olaydı yene yığışarak siz, O, bağa köçeydiniz. Biz de muradımızca felekten kam alaydık, Size konşu olaydık. Yine o bağ olaydı, seni tez-tez göreydim, Kaleme söz vereydim. Her gün yeni bir nağme, her gün yeni bir ilham… Yazaydım seher ahşam Arzuya bah, sevgilim, tellerinden ince mi? Söyle üreğince mi? Endamını hevesle kucaklarken dalgalar, Kalbinde kasırgalar, Fırtınalar coşaydı, kıskançlar doğaydı, Meni hırsım boğaydı. … Yanı başında, bir ses duyunca duraladı. Korkar gibi oldu. Sesin geldiği yöne döndü baktı. Genç, yahşi biri vardı. Onu görünce yüreğine ılık bir şeyler akar gibi oldu. Gözleri karardı. Yeniden baktı. Genç adam kendinin kaldığı yerden devam etti. … Cumup alaydım seni dalgaların elinden, Yapışaydım belinden, Heyalımız üzeydi sevda denizlerinde, Lepeler üzerinde İlhamının yelkeni zerrin saçın olaydı, Sular hırçın olaydı. … Nasıl olduğunu anlamamadan Almıla da onunla birlikte söylemeye başladı. Utanmıştı lale gibi ama birlikte söyledikçe açılmış, genç adam elinden tutmuş, yüreği bir hoş olmuştu. … Bu ne gözel şeirdir, bu ne gözel menzere, Gelin bahın Hezere, Çıhalım Buzovna'da kiçik kayalıklara, Seyr edelim bir ara… Geceler sayraşırken ulduzlar lale kimi, Cilenip dağılırken etrafa damla-damla, En yahın bir adamla… … Anası kendini çağırıyordu. Gözlerini ovalayarak açtı. Etrafına bakındı. Rüya gördüğünü anladı. Adamın adını soracaktı. Kimdi, bilemedi. Şafak sökmek üzereydi. "Ya ana çağırmasan olmaz mıydı?" dedi sitemle, insan rüyanın en güzel yerinde uyandırılır mıydı? "Kızım nerdeyse gün doğacak! Daha yapacak bir hayli işimiz var." "Ya ana, rüya görüyordum. En güzel yerinde uyandırdın." "Kızım şimdi rüya zamanı mı?" diyerek, o işleri için alt kata inmişti. Gün boyu, rüyanın etkisinden kurtulamadı. Düşündü durdu. Bir fırsatını bulup arkadaşından rüya tabirleri adlı kitaba baktı. 'Ihlamur: Rüyada görülen ıhlamur ağacı; orta yaşlı, sevecen, yumuşak huylu bir kimseyi simgeler. Ihlamurun çiçekleri ise sevinçli bir haberin geleceğini müjdeler. Bazen de hastalığa, şifa bulmaya, bolluğa veya misafirin geleceğine yorumlanır Rahat hayat sürmeye ve kazançlı işlere girmeye, ıhlamur içmek; hasta dostlarınızı ziyaret ederek onları mutlu etmeye, ıhlamur ağacı görmek; kazançlı bir işe girmeye işarettir' diyordu. Bir misafir mi gelecekti? Aradan iki gün geçmişti. O gün anası : "Kızım çok uzaklardan konuğumuz olacak. Eve, etrafa ve kendine şöyle bir çeki düzen ver" demişti. Anası da genç bir kız gibi gün boyu koşturup durmuştu. Birkaç defa sormasına rağmen, anasından gelecek konuk hakkında, ağzından bir çift laf alamamıştı. Rüyasını hatırladıkça içini bir merak kaplıyordu. O kadar çalışmasına rağmen; yorgunluğunu bile hatırlamıyordu. Güneş batmış, akşamın karanlığı çoktan basmıştı. Babası genç konukla birlikte gelmişti. Onlar salona geçerlerken, sadece "Hoş geldiniz, efendim" demekten öteye geçememişti. Onlara sini üzerinde sofra kurarken; konukla göz göze geldiğinde, yüreği yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Yüreğinin atışı duyulur diye utanıyordu. Yemek boyunca onlara hizmet etmiş, onların konuşmalarını dinlemişti. Ihlamur ağacının çiçeklerinin kokusu evin içine kadar doluyor, bambaşka bir hava sunuyordu. Genç adam : "Kokusu gelen Ihlamur ağacı değil mi?" "Evet." "Ihlamur ağacı dikmekle iyi etmişsiniz. Ihlamur ağacının olduğu evde bolluk olur. Yaprağı bile, çiçeği kadar şifa kaynağıdır. Çiçekleri balla karıştırılıp içilirse, mide ülserine, sinirleri yatıştırmaya, idrar yolları hastalıklarına, gribe iyi gelir. Göğsü yumuşatır. Balgam söktürür. Bronşit ve öksürüğe, beyin ve damar kireçlenmesini giderir. Ciltteki leke ve kırışıklıklara, hatta saç bakımına faydasından bahsederler. Uzun ömürlü bir ağaçtır. Bin yıl kadar yaşayabilir." Eğer gelen konuk, Ihlamur ağacını anlatmasa kıymetini bilmezlermiş. Onu dinledikçe, gözerinde daha ayrı bir değerlenir oldu. Yemekten sonra duyanlar veya duyurulanlar üç beş fazla gelmişlerdi. Salonda adım atacak yer kalmadı. Hoş beş ve tanışma faslından sonra bir sohbettir gidiyordu. Dışarıda oturuyordu. Tatlı bir rüzgar esiyordu. Dağın zirvesinden bir sini gibi çıkan ay, ovaya esrarengiz bir hava salıyordu. Gönlü, duyguları kabarmaya, hayalleri işlemeye yüz tutmuştu.
Hasret düştü içime Gözüm seni görünce Gözün değdi tenime Al düştü sevincime,
Bana yar mı bulunmaz Dünyada senin gibi Nasıl mutlu olunmaz Erlik ve dirlik gibi,
Şu yüreğim sevinci Bin bir ölüme bedel Sevemeden şu genci Kapımı çalma ecel…
Öyle güzel bir manzarayla karşılaşmıştı ki nerdeyse konuşulanları duymuyordu bile.. Ama onun o sakin ama bilerek, kendinden eminliği ve bilgeliği içinde konuşmasına kulak kabarttıkça, yönünü dönmekten kendini alamamıştı. Bir yanda tarihin imbiklerinden süzülerek gelen yünlü kilimler, el işi, göz nuru kanaviçeli örtüler, odaya ayrı bir mana veriyordu. Hakkında anlatılanlara uygun biriydi. Mektebini yeni bitirmişti. İnce yapılı ve uzun boyluydu. Kendinden emin bir görünümü vardı. Yüksek ülkülerden ve sözlerden sık sık söz ediyordu. İyi bir ailenin çocuğu olduğu söyleniyordu. Babası da tanınmış biriymiş. Ayrılığın alın yazısında tarihin dili oluyordu. Bir güvercinin kanatlarıyla gelen serinliği can evlerinde duyuyorlardı. Bir olmak, birce olmakla mutluluğu birlikte getiriyordu köşe minderli bir bahar kerevetinde. Sıcak dumanlı, demli çaydanlıklar bile, bir mavi göle dönüyordu gönüllerinde. Almıla gelen konuklara içine bal konmuş ıhlamur çayı sunmuştu. İçenler tekrar istediler, varlığa, yokluğa erinmeden. Beyrek konuştukça açılıyor, açıldıkça da konuşuyordu. Başında dudak bükerek dinleyenler, görünüşüne göre hüküm ferma olanlar, bir daha yanıldıklarını anlamışlar, hatta içlerinden utanmışlardı. Genç adamın konuştukları, yaşlı bir Bilgeden farksızdı. "Türk alemi için en büyük tehlike Ruslar olmuştur. Osmanlının yıkılışında en büyük ve aralıksız darbeleri yine Ruslar vurmuşlardır. Osmanlıyı Avrupa'dan çıkarmak isteyen Batı, bu işin taşeronluğunu ihaleyle Macaristan-Avusturya'ya vermişti. Açık denizlere ve Akdeniz'e inebilmek için, hasretten içi yanan Deli Petro'nun ağzından kuduz bir köpekten farksız salyaları akıp durmuştu." "Batının kapitalizm seralarında, Allah ve din tanımaz Marks'sın hazırlayıp sunduğu sosyalizmin ilk denemesi Ruslar ve Orta Asya'daki Türkler üzerinde deneme kararını aldılar. Bu denemelerin netice ve tesiri Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombalarından çok daha tesirli, bir tahrip etkisine bütün dünya şahit oldu. Önce Rusya sathında Rus'u Rus'a kırdırmak için, Bolşevik-Sosyalist çatışmasında beyinler sulandırıldı. Binlerce insan birbirine düşman edilerek, katliamlar yapıldı. Halkın elinden ördeğine, kazına, çiftine ve çubuğuna hatta donuna varıncaya kadar, bütün şahsi malları devletleştirildi. 'Gulak takım adaları' adlı temerküz kamplarına Rus, Türk ve diğer milletlerden gönderilen, yazar ve aydının sayısını bilen yoktur. Devlet kapitalizmini elinde bulunduranlar 'Soçi' ve 'Daça' adıyla bilinen, halktan tamamen tecrit edilmiş sayfiye evlerindeki saltnatlarında beyler, paşalar gibi yaşadılar. Çocuklarını bile, halkın okuduğu okullarda değil, imtiyazlı özel okullarda okuttular. Yılın belirli aylarında, av partileri, eğlenceler, seyahat ve sefahat alemleriyle yeni bir imtiyazlı sınıf oluşturmadılar mı? Ateistlik formatında hazırlanarak sunulan Lenin ve Stalin bu katliamların en baş aktör oyuncuları değil miydi? 'Gerçeği söylemek, küçük insanların bir önyargısıdır. Yalan ise çoğunlukla kişiyi hedefe ulaştırır' diyen Lenin değil miydi?" "Rus çarı Nikola'nın İngiltere sefiri Hamilton'a: 'Türklere gelince, vahim bir hasta durumundalar. Hazırlıklı olalım. Onu elimizden kaçırırsak bir felaket olur. Uzlaşmamız lazım." Sözlerini tarihin tozlu sayfalarından bulmak, o kadar da zor bir şey değil. "Kılıcını oğluna göstererek; Plevne muhaberesinde: 'Bunlar hep Türk kanıyla böyle kızardı. Çabuk büyü, onu sana vereceğim. Dedelerinin yürüdüğü yolda sen de yürü…' diyen sözde insanlık hakkı savunucusu olarak sunulan Tolstoy değil miydi? Almıla gibi oturanlar da dinledikçe yürekleri, gökyüzündeki bahar yağmur bulutları gibi genişliyordu. Koparılan sararmış takvim yaprakları arasından okunan hatıralar gibi geliyordu. Bir can gibi, bin can gibiydiler. Bikinili bir ilkbaharın dağlardan taze olarak getirip sunduğu, bir kar havası gibiydi yüreklerine dolan. Ak bir güvercin Kazakistan semalarına yeni, yepyeni aşk çizgileri çiziyordu. Uykudan uyanmışlığın dinçliği, tazeliği, huzur ve rahatlığını hep birlikte solukluyorlardı. Titreyip kendilerine gelmek için, yürekler bir başka atıyordu. Bol kirpikli gözler, erik, badem, kiraz ağaçlarının çiçeklere duruşu gibiydi. Onlardan farksız bakıyorlardı. Güzele, huzura, mutluluğa, insan gibi yaşamaya ve kendi topraklarında insan gibi ölmeye olan hasretleri nihayet bitmişti. Nazlı ceylanlar gibi, yüreklerde yeniden özlemler de büyür, salınır, salınır gezerdi. Dökülen gözyaşları, zalimin zulüm gemisini batırmayı başarmışlardı. Zulüm çadırı çökmüştü. Bu kaçını arzuhal, bir nazlı çiçek gibi alın yazıları oluyordu. Bu güne kadar dalları budanarak gelen koca çınar ağacı, yeni sürgünler, yeni dallara duruyordu daha gür ve taze. "Komünist ideoloji dini değer ölçülerinin yerine geçmeye, dinin cemiyet hayatındaki rolünü oynamıştı en beceriksiz halinde… İddiasıyla dinin özüne saldırıyordu. Yalnız yeni bir cemiyet değil, yeni bir insan yaratmak, heves ve iddiasında olan Lenin ve sonra Stalin, kahinlere yakışır bir ütopyanın, senaryosunu oynadılar. Elli milyondan fazla insan, bir siyasi düzene, toprak reformu adına katledilerek; sahne dekorasyonu için harcandı. İnsanlığın devam üzere sürüp giden, şartlarını görmezlikten geldiler. Lenin ve Stalin'in söylevlerine, önce herkes gibi hayran kalan, alkış tutan ve aldanan; Maxim Gorki, Andre Gide, Andre Malraux, İgnasio Silone, dengesizlikleri karşında hayal kırıklıklarına uğramadılar mı? İnat ederek, komünizm mazgallarında asılı kalan bahtsızlar da az değil!... Bu kızıl rüzgarın rejimi altında yaşayanların hepsi, rejimin ahlak bakımından felce uğradığını, fikrende söndüğünü bilirler. Rusya'dan İngiltere'ye dönen Vladimir Bukovsky : 'Sovyet Rusya'dan çıkmadan önce bir tek komüniste tesadüf etmedim.' Sözü apaçık bir gerçeği ne kadar bariz ifade etmektedir değil mi?" "Bu tip rejimler ferdi, ferdin ruhu, kamu ruhu olarak ikiye ayırır. Bu cemiyetlerde fert ve vatandaş ayrı kişilik olarak görülür. Değer ölçüleri riyakarlık ve suiistimallerle zehirlenir. Ailelerin evlerde öğrettikleriyle, dışarıda uyguladıkları, öğretmenlerin okulda öğrettikleriyle, kendi yaşamları farklıdır. Komünist partinin sıradan mensupları nefret ettikleri parti sekreterini alkışlamaktan geri durmazlar. Hakimler siyasiler tarafından atanır ve onların direktifleri doğrusunda kararlar verirler. Siyasetten iğrenme, uyuşturucu kullanma, fuhuş ve sefalet ortalığa bir veba mikrobu gibi yayılır. Komünist seçkinler çoğulculuk çağrısına uyarak mevcut sistemden vazgeçmek istemezler. Kafa ve beden üzerine dikta, bürokrasinin özünde güçlü kıta arkadaşlığı ruhu, sürekli pederşahi tavır ve kıskançlıkla korunan iktidar tekeli yaşamaya çalışılır. Bu gün komünizmin mezbele yıkıntılarında, taht ve güç için kavga edenler lağım farelerinden ne farkları var?" "Manevi bir ilgisizlik ve entelektüel bir çürüme, bir kokuşmada ikiyüzlülük ve çifte standartlı düşünme hüküm ferma olur. Hiç kimse, hatta komünist parti sekreteri bile partinin iddia ettiği şeylere inanmaz. Stalin Lenin'in, Kuruşef'de Stalin'in efsanesini yıkınca, efsane olarak sunulan ideoloji gücünü kaybetti. Resmi sloganlar, birbirini takip eden boş cümleler telakki edilmekte, ideolojik nutuk ve vaizler, can sıkıcı palavralar sayılmaktadır. Komünist yöneticiler, gerçekleştirilmesi imkansız vaatlerden başka bir şey sunamadılar. Kendilerini tenkit edenleri susturmak için, kaba kuvvette başvurdular. Glasnost ise küreyi, kare yapmaktan başka bir şey olamazdı. Kumaş belki yumuşaktı ama harekete imkan vermeyen gömlek, deli gömleğinden de başka bir şey değildi." "Biz tarihte medeniyet yaratmış üç beş milletten biriyiz. Geçmişten günümüze taşınan genetik kodlarımızda, damarlarımızda yeniden dirilmeye, yeniden bir medeniyet oluşturmaya yetecek güç ve kudretimiz vardır. Değerli, manevi büyüğümüz Ahmet Yasevi'nin ve diğer ulu kişilerin türbesi yeniden tamiratı yapılmaktadır. Onun Anadolu'ya gönderdiği erenlerinin evlatları, bu gün bu güzel vatanın maddi ve manevi imarında yeniden canla başla çalışacaklar. Onların ve ibadete açılan cami ve mescitlerin sayıları her geçen gün artmaktadır." "Harflere ve rakamlara sığmayız. Nur çiçeklerinden bir mücadele çağrısı başlamaktadır, buruk, yıkık, harabe gönüllere. Uçsuz bucaksız Kazak toprakları bizlerin delişmenliğini, yürekliliğini, azmini ve karşı konulmaz gücünü beklemektedir. Beylerim beni canla, başla, sabırla dinlediniz. Teşekkür ederim. Hakkınızı helal edin" dedi. Dinleyenler hep bir ağızdan 'Helal olsun. Diline sağlık,' dediler. Gün gece yarısını geçmişti. Gelenler yarınlara bilmiş, bilenmiş, yüreklenmiş olarak ıhlamur ağacının kokuları arasında dağıldılar. Safa çiçekleri yıldızların altında ikinci uykusundaydı. Yere yün yataklar serildi, kullanılmamış el işlemeli yastıklar kondu. 'Hayırlı Geceler' dilediler. Almıla yatağında uzandığı halde bir türlü uykusu gelmiyordu. Kalktı, ıhlamur ağacının altına oturdu. Yıldızlara baktı. Hem çok uzaktılar, hem de uzanınca alacak kadar yakındılar. Ihlamur ağacı, uzun yıllar iyiyi, kötüyü, güzeli, çirkini gördü. Nice kuşlara barınak, yuva oldu. Çiçeklerinden nice nevazile ilaç, yüreklerine derman, aşıklara müşahit oldu. Kökü Türk ırkı gibi derinlerdeydi. Asildi. Gece veda etmeye hazırlanırken; Almıla Ihlamur ağacının çiçeklerinin kokusundan mı, yoksa gönlüne düşen aşk ateşinden mi bitap yatağa uzandığını bilemedi. Ama yüreği huzur ve mutluluk doluydu.
|
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home