[Kayzer.Net] Kahramanlığı hakedebilmek...!!! -Dr.Selim HANCIOĞLU
Kahramanlığı Hak Edebilmek! |
Dr. Selim HANCIOĞLU Tarihi katliam ve soykırımlarla dolu olan Fransa'nın, bir isyan ve iç savaş hâlini, tarihçileri, belgeleri ve karşı tezleri dinlemeden, kendi iç siyaseti için kullanması, üstelik bunu demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü gibi çağdaş dünya değerleri adına yapması, doğrusu Nobel edebiyat ödülü alan Orhan Pamuk'un bu ödülü hak etmesi kadar yakışmaktadır. Amerika'da bir üniversitede dersteyiz. Hoca oryantalizm konusunu işliyor. Birden Edward Said'in Oryantalizm kitabının kapağını gösterip öğrencilerden bunu yorumlamalarını istiyor. Kitabın İngilizce baskısının kapağında, on yaşlarında çıplak bir erkek çocuğu var. Bir caminin içerisinde duruyor çocuk. Mihrapta Arapça yazılar görülüyor. Ellerinde tütün çubuğu olan birkaç kişi çocuğu alıcı gözlerle seyrediyor. Belli ki bir köle pazarı burası. Çocuğu, bir özrü var mı diye soymuşlar ve satışa sunmuşlar. "İşte, Batı'nın Doğu'ya bakışı bu resimde gizli" diyor dersin hocası. Yıllarca köle ticaretiyle, zavallı insanların iliklerinden, kemiklerinden medeniyetler kuran Batı'nın, bugün her şeyi unutup "katil kim" oyununu oynamasını hayretle izliyoruz. Esasen insanın kendisindeki bir zaafı, başkasında arama hastalığının, artık devletler arası ilişkilerde de yaşanması, durumun ne derece vahim bir hâl aldığını da gösteriyor. Edward Said'in, "Oryantalizm, Batı tarafından zayıf olduğu için Doğu'ya empoze edilen bir doktrindir. Batı bu hareketi ile Doğu'yu kendi içinde eritmek ve aradaki farkları kaldırmak istemektedir." (Edward Said, Oryantalizm (Doğubilim), Sömürgeciliğin Keşif Kolu, Tercüme eden: Nezih Uzel, Pınar Yay., İst. 1982, s. 7) ifadesi, Batı'nın Doğu'ya hükmetmesi konusunda, askerî veya zorlayıcı bir politika dışındaki seçeneklerine işaret etmesi bakımından önem taşımaktadır. Özellikle "Doğu'yu kendi içinde eritmek ve farkları kaldırmak" teması, Batı'nın Doğu'ya, bilhassa da Müslüman dünyaya yönelik bütün tavırlarında ve kararlarında ortaya çıkan bir temel hareket noktası olmuştur. Batı'da önemli sosyal, kültürel ve psikolojik sorunların, hiç zaman kaybedilmeden doğrudan Türk toplumuna ithali, insanımızın hiç de yaşamadığı ve tamamen yabancısı olduğu kavramların bir anda etrafımızı sarıp sarmalaması, derin felsefî, dinî ve psikolojik boşluklar, sahte arayışlar, uydurma devâlar, asla yaşamadığımız ve tabiî bir süreçte ortaya çıkmamış olgu ve durumların neticesinde gerçekleşmektedir. Oryantalist bakış açısına örnek kesitler Batı beyniyle düşünen Türk yazar ve şairlerin "XVIII. yüzyıl şairi Nedim'de homoseksüellik", "Osmanlı şiirinde cinsellik", "Doğu'da kadın", "Doğu'da ensest ilişkiler" gibi konuların tercih sebebi de "farkları kaldırmak ve Doğu'yu Batı'nın gövdesinde eritmek"tir. Batı'da yaşanan her bunalımı Doğu'da da var etmek, kurgulamak ve böylece kendi sorununa bütün dünyayı ortak etmek, farklı bir kültürel yayılma metodu olarak görünmektedir. Böylece, kendi toprağına ait meseleleri, öz değerlerini, halkının inanç, yaşantı tarzı ve kabullerini asla tanımayan bir araştırmacının, metot ve zihniyet bakımından "yabancılaşması", -yeni bir kavramla- "yerli oryantalist" olması kaçınılmaz hale gelmektedir. Sorunların menşeini değil, Batı'da algılanış biçimini ve önemsenme derecesini ölçüt kabul eden zihniyet, kısa zamanda Avrupa Birliği, Batılı kadın kuruluşları ve sivil toplum kurumları gibi teşvik, destek ve finans kaynaklarının "önemsediği" konulara yönelecektir. Ülkemizde çok önemli olan bazı sorunların ancak Batı'da değer kazandığı zamanlarda ele alınması, bu anlamda dikkat çekicidir. Bu algılama biçimi, Avrupa Birliği sürecinde daha da yaygınlaşacak ve zamanla "ortak sorunlar" adı altında Batı'nın ana gündemine eklemlenmiş bir Türkiye ve Türk insanı inşâ edilecektir. Oysa insanlığın ortak sorunlarına duyarsız kalmamakla birlikte, önce bölgesel sorunlarla ve ülkenin ana gündemindeki konularla ilgilenmek çok daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. İçinde yaşadığı toplumu, ancak bir yabancının tanıyabileceği kadar anlayan ve ortak toplumsal kabulleri birer ritüel olarak gören bazı Türk entelektüellerin, bu anlamda toplumu ancak tanıdıkları kadar yorumlayabilmelerine de şaşmamak gerekir! Son günlerde isminden bir vesile ile söz ettiren Orhan Pamuk'un Kar romanında buna örnek olacak birçok ilginç bölüm var. Sözgelimi, romanın bir yerinde Orhan Pamuk, roman kahramanına "şahadet getir" dedirtecek yerde, "tekbir getir" dedirtmekte. "Tekbir" ile "şahadet" kavramlarını karıştıran ve roman kişisine, "Son sözünü söyle, tekbir getir." (...) "Tekbir getir." (Kar, İletişim Yay., 1. bs. İst. 2002, s. 51) dedirten Pamuk'un anlattığı toplumu ve kültürü, ne kadar bir bilgiyle tanıdığı ortadadır. Aslında Pamuk'un romanı baştan sona "niyetin dile aksetmesi" olarak okunabilir. Yazar, Doğu ve Güneydoğu'da selamlaşmanın Türkçesi ve Kürtçesi olduğunu zanneder (veya bilerek böyle bir ayrımcılık tavrı sergiler): "Tarkut Ölçün dönerci, kebapçı, manav dükkânlarında gördüğü kimi Türk ve Kürtlerle selamlaşırken…" ( s.252) (…) Burada selamlaşmanın mı bir ayırım sebebi olduğu veya insanların Türkler ve Kürtler diye iki ayrı üniforma mı giydiği belli değil! Kaldı ki bu toplumu tanıyan bir yazarın selamlaşmanın aynı dilde ve aynı kelimelerle yapıldığını bilmesi gerekir. Çünkü selamlaşma için kullanılan ifadeler, (selam, merhaba, selamünaleyküm vs…) ortak bir dine sahip olan insanlar arasında aynıdır. Türk'ü de, Kürt'ü de, Arap'ı, Süryanisi de bu ülkede aynı kelimelerle selamlaşır. Ama siz bir kere bu ayırıma işaret edip, efendilerinize bu ülkenin insanlarının "selamının bile farklı" olduğunu ulaştırdınız ya, bu takdir görmeniz için yeterlidir. Orhan Pamuk, "Kürt" örgütlerini, bir terör örgütü olmaktan çok, "milliyetçi" olarak vasıflamaktadır: "Kürt milliyetçisi" (s.171, 228, 231, 233, 239, 268, 303, 317, 420, 424) "Marksist Kürt milliyetçileri ( s.73) Orhan Pamuk, PKK ve Kürt teröristler hakkında eserin bütününde, ısrarla "gerilla" ifadesini kullanmıştır: "PKK gerillaları" ( s.16, 195) "Kürt gerillaları" (s.162, 268, 269, 424) "O günlerde Güneydoğu'da PKK'lı gerillalarla gırtlak gırtlağa savaşan ordu..." ( s.208) Yazarın, son örnekte "savaş" kavramını kullanması ve devletin PKK ile mücadelesini "savaş" olarak yorumlaması, Batılı dostları doyasıya memnun edecektir. PKK terörünü, bir "gerilla savaşı" olarak (kitapları birçok dile çevrildiğine göre) dünyaya yansıtan yazar, nedense türbancı (!) kızları, siyasal İslamcıları "militan" tanımlamasıyla sunar: "türbancı kızların en militanı" ( s.35) "siyasal İslamcı bir militan" (s.70, 303) "siyasal İslamcı öğrencilerin en militanları" (s.70) O'na göre, PKK'lı bir teröristin THY bürosuna saldırısı, "milliyetçi bir heyecanla" yapılan bir eylemdir: "Ferhat, PKK'ya katılmış, milliyetçi bir heyecanla Türk Hava Yolları bürolarına saldırıyor..." ( s.62) Batılılara Kar romanının kişilerini böyle tanıtan yazar, eserin mekân vurgusunu ve dekorunu da Ermenilere tahsis eder: "Bin yıllık boş Ermeni kilisesinin içine yağan kar" (s.15) "Ruslardan ve Ermeni zenginlerinden kalan ve çoğu devlet binası olarak kullanılan eski taş yapılar..." ( s.17) "Zengin bir Ermeni'nin kırk odalı konağı..." (s.17, 418) "Ermeni demir zanaatkârlarının ince ustalığını hâlâ gösteren ana kapı.." (s.169) "Yüz küsur yıl önce bu ince uzun yapı bir Ermeni vakfının hastanesiyken burası odunluk ve hademe yatakhanesi olarak kullanmıştı." ("kullanılmıştı" olmalı) ( s.180) "Ermenilerden kalan hayalet şehir Ani..." (s.182) "Ermeni kiliselerini görmeye gelen turistler..." (s.281) " az ötedeki eski Ermeni evinin ikinci katında..." (s.317) "Ka kendini yüksek tavanlı eski bir Ermeni evinin Atatürk Caddesi'ne bakan pencerelerinin önünde buldu." ( s.353) "terk edilmiş Ermeni evlerinin, buz tutmuş aydınlık vitrinlerin..." (s.426) Şimdi bu kadar yoğun olarak kullanılan Ermenilere ait mekân tasvirlerindeki sıfatlara dikkat edelim: "Bin yıllık boş kilise, zengin Ermenilerden kalan, Ermeni zanaatkârlarının ince ustalığı, yüz küsür yıl önceki Ermeni vakfı, Ermenilerden kalan hayalet şehir, Ermeni evi, Ermeni kilisesi, terk edilmiş Ermeni evi... vb." Tarihte birilerinden vuruşarak alınmış, fethedilmiş toprakları iâde edeceksek, dünya haritasının şöyle üçte bir kısmını Osmanoğulları'na vermek gerekecektir. Aydın olmanın en önemli ayırımını, içinden çıktığı topluma, ülkesinin siyasî ve sosyal durumuna, halkının gelenekleri, töresi ve kabullerine eleştirel bir yaklaşımla bakabilme alışkanlığında bulmak, esasen "eleştirel düşünce"nin gelişmesi açısından önemli sayılmalıdır. Ama yurtdışına çıkınca, kendi evindeki sosyal ve kültürel konuları, âdeta yabancı lobilerin ekmeğine yağ sürerek eleştirmeye, hatta aykırı sözler söyleyerek "kahraman" olmaya soyunmak, bir toplumun nefretini kazanmaktan öteye bir şeye yaramaz! Tarihi katliam ve soykırımlarla dolu olan Fransa'nın, bir isyan ve iç savaş hâlini, tarihçileri, belgeleri ve karşı tezleri dinlemeden, kendi iç siyaseti için kullanması, üstelik bunu demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü gibi çağdaş dünya değerleri adına yapması, doğrusu Nobel edebiyat ödülü alan Orhan Pamuk'un bu ödülü hak etmesi kadar yakışmaktadır. (Zaman/14.10.2006) |
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home