sg

Pazar, Ekim 15, 2006

[Kayzer.Net] Suna Simla Sarpkaya dan Aşk Mahkemesi

 

 

AŞK MAHKEMESİ

Aşk nedir sorusuyla mutlaka karşılaşmışızdır hepimiz. Ya kendi içimizden bunun tanımını yapma ihtiyacı hissetmişizdir, ya bir anket sorusudur bu, ya da bu aşk değildi ki geçecek diye kendimizi avuturken aramışızdır aşkın tanımını.

Aslında yaşayan insana sormak lazım aşkın ne olduğunu, hem de tam o anda. Aşkını yaşadığı anda. İşte en güzel tanımlamayı da o yapacaktır. Çünkü kırık bir kalp ancak yeniden yaşamak istediği duyguyu tanımlar, yaşanılanı değil. Uzun süreli ilişkilerdeki tanımsa daha yalın olur sanırım, o duyguyu vermez insana.

Peki hukukta Aşk'ın yeri nedir diye düşününeniz oldu mu? Aşkın hukuki niteliği var mıdır bilmem ama olsaydı kesin ortalık feci karışırdı. Artık adli yargılama sürecinde bir de bölge idare mahkemelerine bağlı AŞK MAHKEMELERİ kurulurdu herhalde. Aşkın, kendine hukukta bir yer edinebilmesi için önce onun tanımı yapılmalı öyle değil mi? Çünkü hukukta her kelimenin tek anlamı vardır, buna bağlı ilgili kanun, yönetmelik vs. düzenlenir ve onun üzerinden içtihat oluşturulur. Peki nedir kardeşim bu AŞK denilen şey?

Ünlü bir filozof; hiçbir bilge bu ününe aşıkken kavuşmamıştır der. Ne kadar doğru bir laf dimi? Aşıkken insan nasıl olurda yeni bir şey üretir? Zaten aklının tamamı sevdiği insandadır. Üretir üretmesine de işte şimdi benim yaptığım gibi şeyler üretir. Yalnız aşkla ilgili şeyler. Mesela aşık bir Platon düşünebiliyor musunuz? Artık ünlü eseri Devlet'te iktidarlar arası kız alıp vermenin ne kadar da dahiyane bir fikir olduğunu falan savunurdu herhalde. Bu gerçekten de böyledir. Aşıksanız işinize kanalize olamazsınız, bir an önce bitsin de kavuşayım sevgilime diye düşünürken, yaptığınız işten de hayır gelmez. Bu durumda hiyerarşik bir düzende kötü giden bir şeyler varsa galiba önce çalışanların özel hayatlarında aramak lazım sorunu. Düşündüm de Türkiye'de galiba çoooooook  aşık var.

Bunun yanında; aşık olmak bir mesele, aşkını yaşamak şöyle dursun, bitmemesi için uğraşmak daha da zor. İnsan aklını kullanamıyor işte o sıra. Öyle bir ikilem ki bu; hem doyasıya yaşayayım diyorsunuz, hem de bitmemesi için çabalamakla uğraşıyorsunuz. İşte o zaman anlıyor insan kendiyle mücadele etmenin zorluğunu. Onu kaybetmemek için ödünler vermek geliyor içinizden ama, bir yandan da bunu kendinize yakıştıramıyorsunuz. Beni sevecekse böyle sevsin diyorsunuz. Evet belki de öylesine seviveriyor ya da yok diyor, belki daha iyisini bulabilirim. "Aşk bir futbol topu gibidir, önce tekmeyi basarsın, sonra peşinden koşarsın!" diye bir lafa rastladım geçenlerde. Bir de bu açıdan bakmak lazım tabii konuya. Eğer şüphe kırıntıları varsa içinizde aşkınıza dair ve kaybetmek de istemiyorsanız onu, siz siz olun tekmeyi hemen basmayın. Bu daha can yakıyor inanın. Sevdiğiniz de bırakırsa mücadeleyi kalakalıyorsunuz bir başınıza. Aşkınızı kaybedince bir yandan kendinizle gurur duyuyorsunuz; artık bir aşkım yok ama, hala buradayım; bir yandan da keşke diyorsunuz içinizden; belki biraz zorlamalıydım kendimi diye. Bir ses, bir seda bekliyorsunuz da gelmiyor. Eliniz gidiyor telefona ama, gururunuza yedirip arayamıyorsunuz. Bir bilse diyorsunuz onu ne kadar sevdiğinizi, istediğinizi. Ama bilemiyor ki. O uzak diyarlara yelken açmış oluyor çoktan. Yine de bu çok da tasvip ettiğimiz bir yol değil. Hani hep derler ya her insan bu dünyaya iki kişi olarak getirilmiş, sonra da ayrılmışlar ki, ileri de birbirlerini bulup aşklarını yaşasınlar diye. Mutlaka doğru insan bir yerler de. Biraz zaman, biraz gözyaşı, biraz da hüzün gerek bulmak için eşinizi. Bulanlara bravo doğrusu.

Aşk ta bir de aldatılma sorunsalı var tabi ki. Aldatmak! Zihnen, bedenen, ruhen aldatmak. İşte insan onuruna en yakışmaz yanı da budur herhalde aşkın fonksiyonlarının. Niye aldatırsın ki, niye yalan söylersin? Halbuki o sana hayatını adamaya hazırdır belki de çoktan. Yetmeyen nedir? İşin en onur kırıcı tarafı da severek, sevdiğini bilerek yine de aldatmaktır. Post-modern aşk ta "Benim ona karşı bir sorumluluğum yok." lafı almış başını yürümüş bu aralar. Yani insanlar hukuku bilmediklerinden olsa gerek, bunun sırf insan ihtiyaçları ve toplumsal düzen için yine insan aklıyla yaratıldığını anlayamazlar bir türlü. Yani sorumluluk denilen olgu illaki bir hukuki metin olmak şartıyla mı var olacaktır? Kesinlikle hayır. İnsanın yaşamasından kaynaklı bir sorumluluğu vardır zaten; yaşadığı dünyaya, ilişkiler kuruduğu insanlara, her türlü "eşya" ya. Hukukçular bilir "eşyanın tabiatına aykırıdır" lafını. İşte aldatmak da tam olarak eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu almış olduğun sorumluluğu taşıyamamanın bir göstergesidir. Aynı şekilde aldatan insanlar ilişkilerini bitirmenin de sorumluluğundan kaçarlar. Zaten kaçtıkları için aldatırla ya. Aldattıkları kişiden ayrılamadıklarından, ama bir yandan da başka tatlar peşinde koştuklarından. Ortalık karşınca da "Eee sıktın ama, ne sorumluluğumuz var birbirimize, bu benim de hayatım" der çekiliverirler. Olan aslında yine kendilerine olmuştur da fark etmezler. Aldatılan taraf ise kırılır, üzülür, ağlar ama geçer. Uluslararası ilişkiler literatüründe de her yenilginin sonrasında yeni bir zafer gelecektir beklentisi, pek çok kez devletleri kendilerinden umulmayan atılımlar yapmaya kadar götürmüştür. Aldatılan taraf daha da güçlenir, hayat daha zor kırar bir dahakine onu.

Diğer taraftan aldatan eşin aldatma sujesi de zarar görür tabii bu durumdan. Belki de beklediğim aşkı buldum işte derken, kendini garip bir oyunun içinde buluverir. Yüreğini vermeye hazır olduğu kişinin bir oyunudur bu. Bu oyundan belki de en ağır şekilde yaralanan aldatılma oyunundaki en önemli aktör olan, "aldatma sujesidir".

Bir de bu aşk denilen olgunun ölçütleri icat edilmemiştir. Hani sevgi derecelerini ölçmeye yarayan ölçütler. Bir taraf canla başla severken, bu durum diğer taraf için kimi durumlarda sıkıcı bile olabilmektedir. İşte bunu ölçecek bir alette yoktur, hiç de olmayacaktır. Bu durumda daha fazla sevmekte olanın kaybedeceği de açıktır. 

Aşkta bir de karşılıklı yapılan hatalar vardır. Erkek denilen insan, çoğu kez bunu "kapris" olarak nitelendirse de, aslında sorun olguya aynı açıdan bakamamakta yatar. Kadın ve erkek bir olaya aynı açıdan bakamazlar hiçbir zaman. Bu da yine eşyanın tabiatındandır. Genelleme yapacak olursak kadınlar detaycıdır, küçücük şeylere mutlu olabilirler. Tutku dolu bir öpüş bile kadını önemsendiğini hissettirdiği için mutlu etmeye yeter bazen. Önemsendiğini hissetmek. İşte kadın cinsinin aradığı en önemli noktada budur belki ilişkilerde. Zaten kadın önemsenirse zor olmaz. Kadınlar hep değerli, paha biçilmez, vazgeçilmez olmak isterler. Nihayetinde de güven duygusunu yaşarlar. Sonrada o erkek onlar için vazgeçilmez oluverir. Erkekler ise hep daha ne istiyorsun sorusunu sorarlar. Daha düz mantıkla yaklaşırlar olaya. Detaylar onlar için çoğu kez önemsizdir. Esas olana bakarlar. Halbuki bir kadın için esas olan detaylarda gizlidir. Örneğin uzun süreli ilişkilerde kadın eşine eve geldiğinde bugün çok yoruldum diyorsa, sana ihtiyacım var, hayat beni çok yordu, özel bir şeyler yapalım demek istemektedir. Yemeğe çıkalım, bana güzel sözler söyle, ben de seni daha çok seveyim diye düşünür. Oysa erkek eğer yorgunsan git dinlen deyip kestirip atar. Tabi bunun aksini söylemek de mümkündür. Ancak yinede bunun sayısı sınırlıdır. İşte bir konuya farklı bakış açılarıyla yaklaşıyor olmak yorar ilişkileri. Burada önemli olan beklentileri minimum düzeyde karşılayabiliyor olma kapasitesidir; karşılıklı tabii.

Aşkta bir de gurur vardır. Her ne kadar kadın gururu ün yapmış olsa da, erkek gururu daha da yıkıcıdır. Eğer kadın gururundan eylem olarak bir şey yapamıyorsa, erkek gururundan bir şey yapmaz. Yani  kadın için gurur çok büyük bir  aşksa eğer yaşadığı kırılabilecek bir olguyken, erkek bu aşkın büyüklüğüne aldırmadan; geçer der. Evet geçer elbette, ama olan yaşanılamayan güzel günlere olur. Hissedilemeyen duygular yitirilir. Geriye ise yalın haliyle "gurur" kalır. Tavsiyemiz büyük bir aşkın içinde gururun yaşama şansını sınırlamaktır. Keşkesiz bir hayat için. Baktınız kırılan gururunuz olmasına rağmen hala değişen bir şey yoksa, işte bu "zaman" ayrılık zamanıdır. İnanın ki acısı daha da azalmıştır içinizde. Azalacaktır da.

Aşkta olana yönelik arayışımızdan bu söylemlerle uzaklaşırken, olması gerekeni aramak geliyor insanın akılına. Gerçekten de aşkın olması gerekenleri nedir? Normatif ve ampirik aşk teorileri üretebilir miyiz mesela? Arend Lijpharrt'ın demokrasi söylemlerinden esinlenerek belki de şunu söyleyebiliriz: Böylesine tarafların eğilimlerine tam olarak uyan bir aşk, hiçbir zaman olmamıştır ve belki de hiç olmayacaktır. Yukarıdaki gibi aşkı olduğu gibi ele alırsak ampirik bir yaklaşım sergileriz ve eşlerin uzun süre arzularına cevap verebilme yetisiyle eşitleyebiliriz aşkı. Normatif anlamda ise aşk, mükemmellik sıfatıyla çıkar karşımıza. Yani aşkınız sizin için "Siz"dir, vazgeçilmezdir,  Can Akın'ın deyimiyle "Çünkü" süz bir sevgilidir, yağmurda gökkuşağınız, baharda sevdanız, yokluğunda varlığınız, gözyaşınızda incinizdir, öyle biridir ki aramak için uzaklara gitmeyeceğiniz kadar sizindir. Döndüğünüzde arkanızdadır, istediğinizde yanınızdadır. Konuşmadan anlaşabildiğinizdir. Dokunmadan hissedebildiğinizdir. Bu bekli de bir ütopyadır. Böyle bir aşk yaşayanınız varsa, işte taa o en başta söylediğimiz  dünyaya birlikte geldiği eşini bulmuş demektir. Vazgeçmeyin. Bulamayanlarsa, aşkın ampirik tanımıyla kendilerini avutmak belki de yetinmek zorundadırlar. Yani "olan"la. Esasen tam bir aşk tanımı olanla, olması gerekenin çekişmesinden doğmuştur.

Anlaşılacağı gibi "aşk"ın tam olarak bir tanımının yapılması oldukça güçtür. Bununla birlikte aşkın ne olmadığı açıktır. Ampirik yaklaşımla ararsak aşkın tanımını; hayatınızda değişiklikler yapmadan yaşayabiliyorsanız bu aşkı, saygı dolu bir birliktelikse bu yaşanan, sevgi duygusuyla kendi isteğinizle egemenliğinizi sınırlandırmışsanız eğer, onun için yorgunluk yıldırmıyorsa sizi, verilecek bir şeyleriniz varsa düşünmüyorsanız, birlikte eğleniyorsanız, size eleştirileri pozitif yöndeyse, hep daha iyiye ulaşmaya çalışıyorsanız birlikte; işte tam olarak aşkı yaşıyorsunuz demektir. Hep iyiye doğru gitme eğiliminde olma da zaten zamanla yaşadığınız bu aşkı, ampirik olmaktan normatif olmaya yönlendirecektir, spontane.

Buraya kadar yaptığımız analiz, aklımızda aşkın tanımıyla ilgili az çok bir şeyler oluşturmuş olmalıdır. Tanımlama sorunsalından çıkıp tekrar esas konumuza dönecek olursak, esin kaynağımız şu olmalıdır: Aşkın hukuki niteliği var mıdır? Bunu sorgularsak eğer ütopik olarak gözüken AŞK MAHKEMELERİ'nin olabilirliğine ulaşabiliriz ancak.

Hukuk eğer toplumsal yaşamını düzenleyici kurallar bütününden oluşuyorsa neden sırf "eşya"da kalsın ki? Özele de inemez mi yani? İnsan hayatının "duygu" kısmını düzenleyemez miyiz yani hukukla? Bence bu yapılabilir. Öncelikle Aşkın Kanunları konulmalıdır tabii. Bunlar üzerinden oluşturulan yönetmeliklerle, içtihat yaratılmalıdır. Düşünsenize aşkınız bitti ve davacı olabileceksiniz. İlgili kanun gereği yargılama süreci tamamlandıktan sonra hakkınız neyse ona razı olacaksınız, boynunuz kanun karşısında bir kez daha kıldan ince olacak. Belki hakim ayrılığı veto edecek, belki de onaylayacak. Karar ne olursa olsun razı olacaksınız. Bu düşünce sizlere saçma gelebilir ama her sistemde olduğu gibi, Aşk'ta da bir düzenlemeye gitme bence kaçınılmaması gereken bir gerçektir. Eşiniz sizi aldattı mı ya da sizden boşanmak mı istiyor? Aile mahkemelerinden önce Aşk mahkemelerine koşacaksınız ki, öncelikle size olan aşkı bir sorgulansın. Hakim kalemi kırar, aşkınızın bittiğine karar verirse işte o zaman ister Aile mahkemesine gidip, kulp bulunamayan boşanma davalarının baş gerekçesi olan şiddetli geçimsizlik ve boşanma talebiyle dava açarsınız, ister aşk bittikten sonra evlilik bitmiş ya da bitmemiş diye düşünüp, yol verirsiziniz. Sizi artık sevmediğini mi düşünüyorsunuz? Bu sefer de "sevgi tespit" davası açmanız gerekecektir.

Klasik hukuk düzeninin aynının aşka uygulandığını düşünün, dava dilekçeleri, savunmanızı yapacak Aşk Avukatları, eğer maddi gücünüz yoksa sizin için atanacak bir avukatın olacağını bilmeniz, dinlenen şahitler, bir sonraki duruşmada verilecek olduğunu bildiğiniz kararlar, basit yargılama usulüyle karar verecek olan hakimler, işlediğiniz ağır Aşk suçlarına karşı re'sen yargılama yapacak makamların varlığı, eğer aykırılık teşkil eden bir durumun olduğuna inanıyorsanız temyiz yolunun açık olduğu üst derece "kara sevda mahkemeleri", Aşkın kurallarını ihlal etmeniz karşısında tepki olarak gösterilen müeyyideler, eğer yasak aşksa yaşadığınız hakimin verdiği mutlak yada iptalini isteyebileceğiniz nispi butlan kararları, yaşadığınız ilişkideki çok ağır sakatlık gibi durumlardan malul olması durumunda bunun yok hükmünde kabul edilmesi.vs. aklınıza hukuk uygulamalarıyla ilgili ne gelirse, aynısı aşk için de olacak.

Bence bu tam olarak da yapılması gereken bir şeydir.
Bu "Aşk"ın bir "Hukuku" olmalıdır kardeşim.
Yoksa çoook can yakacak daha.
Çok acıtacak beni ve sizleri. 

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home


Komik Videolar   islam  şarkı sözleri  yemek tarifleri  gelibolu  huzur   sağlık