1915’TEN bu yana geçen 92 koca yıl... Türk’ün destanlar mevsiminin başladığı günlerden ihanet sezonunun başlama günlerine uzanan zorlu yolculuk... Eskiler “Mart kapıdan baktırır, kazma-kürek yaktırır” derlerdi. Bizim kuşak ise, ekonomik zorluklarla, kemer sıkma politikalarıyla, “ortadirek” söylemi ile saçlarını ağarttığı için “Mart ayı, dert ayı” sözünü daha çok benimsedi. Dünya tarihini değiştiren Çanakkale Destanı ile büyüdük biz... Baharın müjdecisi, tabiat ananın kış uykusundan uyanışının sembolü, yeni seferlerin / yeni zaferlerin muştucusu “sultan nevruz” ile kutsandı her baharımız... Biz küçüklerin yumurta boyadığı, büyüklerin demir dövdüğü sultan nevruz’la, hıdırellezle, aşure günleriyle, Çanakkale’yi, Dumlupınar’ı hep yan yana yaşadık. Ayırmadan, bölmeden, kırıp-dökmeden... Ta ki, 1980’ler gelene kadar... 80’lerin ortalarından sonra Mart ayının “ihanet sezonu’nun” başlangıcı olmaya başladığına şahitlik etmek ise; ihtilal işkencelerinden sonra, başka bir “işkence” oldu bizim kuşak için... Önce birileri çocuklarımızı birbirine düşürdü. Yıllarca kan gölüne dönen ülkemizde, bir gece yarısı, bir düdük sesiyle birden her şey duruverdi... Sonra birileri o çocuklardan arta kalanlardan bir kısmını çilehanelerde “yıllarca mecburi ikamete” tabi tuttu, bir kısmını darağaçlarında sallandırdı. “İşini bilen memurlar” ve “renkli televizyonlar” eşliğinde 90’lara yaklaşırken o kadar renklenmeye başladık ki, o hengamede “siyah-beyaz kalmayı başarabilen vatan evlatları” olmasa, az kalsın milletçe renk körü olacaktık.! Büyük tezgâh kurulmuş, çark dönmeye devam ediyordu. Kısacası; birileri “taşları bağlamış, köpekleri salmıştı.” Maskeli Nevruz... ÇOK geçmeden önde çocukların ve kadınların, arkada yüzleri maskeli birilerinin(!) yürüdüğü, ellerinde bebek katili, uyuşturucu baronu, faşist bölücübaşının resimleri ile yabancı ajanlarla halay çeken; askere-polise küfreden, taşla-silahla saldıran kalabalıkların “garip nevruz” kutlamaları ile yüz yüze kaldığımızda, milletçe binlerce yıldır “boyadığımız yumurtaları” ve “örste dövdüğümüz demirleri” özledik. Nevruz bizimdir diye askere-polise saldıranlar, ellerine ne geçerse şuursuzca kırıp-dökenler ya, “sultan nevruz’u” tanımıyorlardı, ya da “dertleri üzüm yemek değildi.” Ya da “biz’den” değillerdi... Birilerinin “üç-beş çapulcu” dediği “nevruz tüccarı, pusu ustaları” önce çocuklarımızı vurmaya başladılar. Bir, üç, beş derken on binlerce vatan evladını “yüreklerimize gömdük.” Çanakkale’de, Arıburnu’nda, Kilitbahir’de, Anafartalar’da Ahmet nereye gömüldü ise, Cudi’de, Gabar’da, Kandil’de, Avaşin’de Mehmet aynı yere gömüldü... Vatan Toprakları’na, Yüce Türk Milleti’nin sinesine... Demokrasi havarileri tarafından pohpohlanan, AB+D fonlarından nemalanan, bizzat görevli ajanlar tarafından resmen desteklenen bu “garip nevruz” denemeleri; gaflet ve delalet boyutunu çoktan aşan yönetim(sizlik) anlayışıyla da birleşince “tadından yenmez oldu...” Bu “20 yıllık garip nevruz tüccarları” önce nevruz bizim demeye başladılar, sonra buralar da bizim diye devam ettiler. Ve yıllardır gördükleri “müsamaha” karşısında iyice şımaran “tüccarlar” daha sonra bu ülkenin kurtuluşu için beraber savaştık, payımızı verin demeye başladılar... Güler misin, ağlar mısın? ÇANAKKALE’DE destan yazan yüz binlerce vatan evladı için bir gün olsun anma töreni yapmayanlar, şehitlerimize bir ağıt-bir türkü yakmayanlar; canları / şehirleri yakacak... Çanakkale’de hatıra nitelikli bir resmi bile olmayanlar, Çanakkale şehitlerinden 10 tanesinin ismini ezbere sayamayanlar; Çanakkale’den hak talep edecek... Bir gün olsun eline Ay-Yıldız’lı bayrak alıp halay çekmeyenler, paçavralar altında ajanlarla tepinecek... Çanakkale şehitleri anıtına “turistik gezi amaçlı dahi olsa” bir gün olsun, bir gül koymayanlar; bu vatanın temeline taş mı koyacak, dinamit mi??? Yeter! Yeter! Bu ihanet peşrevi bir son bulsun! Yeter! İnsanı insana düşman eden, milleti aşiret yapmaya kalkan, bölücüler kahrolsun! 300 milyonluk Yüce Millet’im: “Çanakkale Zaferi’n ve Nevruz’un Kutlu Olsun.” Sevgi / Saygı / Dostlukla GÜNÜN SÖZÜ “Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtı vakıasını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşı siperler arasında mesafeniz sekiz metre, yani ölüm muhakkak... Birinci siperdekiler hiç biri kurtulmamacasına tümüyle düşüyor; ikinci siperdekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir itidâl ve tevekkül ile biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir bezginlik bile göstermiyor; sarsılmak yok... Okuyabilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, Cennet’e girmeye hazırlanıyorlar; bilmeyenler Kelime-i Şehadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk Askeri’ndeki ruh kuvvetini gösteren hayrete ve tebrike değer bir misâldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran bu yüksek ruhtur.” ATATÜRK |
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home