Bir Buket “NE MUTLU!” | | "Hayatın biricik gâyesi, Vâhibu’l-hayat (hayatı veren) olan Allah’a karşı, kulluk şuuruyla dopdolu bir şekilde yaşayıp, O’nu bütün güzelliği ve ihtişâmıyla idrâk edip, yeryüzünde misâfirliğimiz bittiğinde de mutlu bir sonla O’na kavuşup, O’nun rızâsıyla karşılaşmak ve O’ndan, “ne güzel yaşadın, sevgime ve rızâma mazhar oldun” kutlu sözünü işitebilmektir. Evet, O Yüceler Yücesi’nden “ne mutlu sana!” sözünü işitebilmek kadar güzel hiçbir şey olmasa gerek. Bütün didinmeler, bütün çırpınmalar, bütün gayretler sâdece ve sâdece o hayât-bahş sözü duyubilme uğrunadır. Gerisi ise anlamsız ve boş bir uğraştan ibârettir. “Herkesin özlediği bir sevgili ve uğrunda her fedakârlığa katlanılan yüce bir gâye” (Mutluluk-82) olarak târif edilen mutluluğa, insanlar arasında kavuşmak istemeyen tek fert yok gibidir. Güzel işler başaranlara, büyük muvaffâkiyetlere imzâ atanlara, kurtuluşa erip, mutluluk ve huzûra kavuşanlara imrenme ve onları müjdeleme sadedinde “ne mutlu!” deriz. “Ne mutlu!”. Tâlihlilik, aydınlık, bahtiyarlık, huzur, mesut olma ve muvaffakiyet mânâlarını ihtivâ eden bu güzel ifâde Arapça’da “Tûbâ” şeklinde söylenir. Bu kelime, “Fe tûbâ li’l- gurabâ” hadîs-i şerîfinde geçerek, dillerimize pelesenk olmuştur. Acaba, “Ne mutlu!” ifâdesi, büyüklerimiz tarâfından nerelerde ve hangi işleri başaranlar hakkında kullanılmıştır? Bu kelime, elbette ki büyük küçük birçok söze malzeme olmuştur. Ancak onları az da olsa, derli toplu görmenin faydası olmalıdır. İnanıyoruz ki onların ihlâslı ağızlarından çıkan ve takdir ihtivâ eden ifâdeler, bizim için birer işâret taşı ve tavsiye niteliğindedir. Böyle küçük bir merâk eseri olarak bu konuyu kısaca inceledik. Bir Buket “NE MUTLU!” Hayatın biricik gâyesi, Vâhibu’l-hayat (hayatı veren) olan Allah’a karşı, kulluk şuuruyla dopdolu bir şekilde yaşayıp, O’nu bütün güzelliği ve ihtişâmıyla idrâk edip, yeryüzünde misâfirliğimiz bittiğinde de mutlu bir sonla O’na kavuşup, O’nun rızâsıyla karşılaşmak ve O’ndan, “ne güzel yaşadın, sevgime ve rızâma mazhar oldun” kutlu sözünü işitebilmektir. Evet, O Yüceler Yücesi’nden “ne mutlu sana!” sözünü işitebilmek kadar güzel hiçbir şey olmasa gerek. Bütün didinmeler, bütün çırpınmalar, bütün gayretler sâdece ve sâdece o hayât-bahş sözü duyubilme uğrunadır. Gerisi ise anlamsız ve boş bir uğraştan ibârettir. “Herkesin özlediği bir sevgili ve uğrunda her fedakârlığa katlanılan yüce bir gâye” (Mutluluk-82) olarak târif edilen mutluluğa, insanlar arasında kavuşmak istemeyen tek fert yok gibidir. Güzel işler başaranlara, büyük muvaffâkiyetlere imzâ atanlara, kurtuluşa erip, mutluluk ve huzûra kavuşanlara imrenme ve onları müjdeleme sadedinde “ne mutlu!” deriz. “Ne mutlu!”. Tâlihlilik, aydınlık, bahtiyarlık, huzur, mesut olma ve muvaffakiyet mânâlarını ihtivâ eden bu güzel ifâde Arapça’da “Tûbâ” şeklinde söylenir. Bu kelime, “Fe tûbâ li’l- gurabâ” hadîs-i şerîfinde geçerek, dillerimize pelesenk olmuştur. Acaba, “Ne mutlu!” ifâdesi, büyüklerimiz tarâfından nerelerde ve hangi işleri başaranlar hakkında kullanılmıştır? Bu kelime, elbette ki büyük küçük birçok söze malzeme olmuştur. Ancak onları az da olsa, derli toplu görmenin faydası olmalıdır. İnanıyoruz ki onların ihlâslı ağızlarından çıkan ve takdir ihtivâ eden ifâdeler, bizim için birer işâret taşı ve tavsiye niteliğindedir. Böyle küçük bir merâk eseri olarak bu konuyu kısaca inceledik. Hadîslere ve büyüklerimizin sözlerine böyle ufacık bir pencereden de baktık ve bunların bir kısmını burada sunduk. Bakalım, kimler ve hangi amellere muvaffak olanlar için bu güzel ifâdeyi kullanmışlar. İşte onlardan bir buket: “Îmân edip, amel-i sâlih işleyenlere ne mutlu! Onlara güzel bir âkıbet de vardır.” (Âyet); “Konuşması tezekkür (Allah’ı hatırlama ve zikir), susması tefekkür ve bakışı ibret(li) olanlara ne mutlu!” (Hz. Mesîh, İbn Kesîr, I-439); “Kalbinin şiârı verâ (dinî titizlik) olana, kalbinin gözünü tamâ bürümeyene ve yaptıklarında nefsini hep hesâba çekene ne mutlu!” (Zü’n-nûn); “Hâzır bir şehveti, göremediği, ancak kendisine va‘dolunan bir buluşma günü için terkedene ne mutlu!” (Hz. Îsâ b. Meryem); “İnsanlardan ayrılan, enîsi (dostu) bizzat Allah olan ve hatâlarına karşı ağlayıp gözyaşı döken kimseye ne mutlu!” (Fudayl b. İyâz); “Allah için secde eden yüze ne mutlu!”; “Evlerini kıble (yâni mescid) edinenlere ne mutlu! Çünkü mescidler müttakilerin yeryüzündeki evleridir. Allah meleklerine karşı, kullarının o evlerin içinde dercetmiş oldukları namaz-oruç ve sadakadan ötürü onlarla övünür.” (Ka‘b); “Mü’mine ne mutlu! O, kendisinden sonraki zürriyetini nasıl da (güzel) muhâfaza ediyor.” (Hayseme); “Cehâleti terk edip, fazîlete yanaşan ve adâletle amel edene ne mutlu!” (Hadîs); “Ölüm ânını hatırlayana ne mutlu! Ölüm ânını çok hatırlayanın da, amelinde bu hatırlamanın tesiri görülür.” (Sâbit el-Bünânî); “İslâm’ın zayıf olduğu, yardımcılarının ve tâbilerinin fazla olmadığı, İslâm’ın ilk günler(in)de (yaşayıp) (İslâm’a hizmet ederek) ölen kimseye ne mutlu!” (Hz. Ebû Bekir); “İslâmiyet garîb olarak başladı, ilk zamanlarda böyle garîb olduğu gibi tekrâr garipliğe bürünecek. O gariplere ne mutlu! (3 kez)” (Hadîs); “Muhlislere ne mutlu! Çünkü onlar hidâyet kandilleridirler. Bütün karanlık fitneler, onlar vesilesiyle aydınlığa kavuşur.”; “Dünyâ konusunda zâhid, âhiret konusunda çok istekli olanlara ne mutlu! Onlar yeryüzünü yaygı, toprağını döşek, suyunu tayyib (hoş rızık), Kur’ân ve duâyı örtü ve şiâr edinmişlerdir...”; “Öbür âlemi hatırlayan, hesâbı için amel eden ve kıt kanâat geçinerek iktifâ edene ne mutlu!” (Hz. Ali); “Ameli güzel ve ömrü uzun olana ne mutlu!” (Hadîs); “Beni görüp îmân edene ne mutlu! Ancak beni görmeden îmân edenlere (yedi kez) ne mutlu!” (Hadîs); “Konuşabilen âlime ne mutlu! Can kulağıyla dinleyip istifâde edebilen dinleyiciye de ne mutlu!”; “Uykusu gelince (rahatlıkla) uyuyabilen ve kalktığında da Allah’tan korkarak (hayatını idâme ettiren) kişiye ne mutlu!”; “İnsanları insan olarak bilen (ve böylece kabûl eden) ve Allah’ın da kendisini rıdvânıyla tanıdığı her kula ne mutlu!” (Hz. Ali); “Mü’min(in) çocuğuna ne mutlu! Onlara ne mutlu ki, (ölümlerinden sonra babalarının zürriyetlerini) koruyorlar.” (Hz. Îsâ İbn-i Meryem.); “(Amel) sahîfesinde istiğfârdan bir nebze bulunanlara ne mutlu!” (Ebû Derdâ); Bunun benzeri olan bir söz, hadîs olarak rivâyet edilmektedir; orada, “amel defterinde çokça istiğfârı bulunanlara ne mutlu!” buyuruluyor.; “(Mescitte bir grup kişi Kur’ân okuyorlar ve okutuyorlardı.) Onlara ne mutlu! Onlar insanların Rasûlullah’a en sevimli olanlarıdır.” (Hz. Ali); “İslâm yoluna hidâyet olunana ve geçimi yetecek kadar olup ta Allah’ın onu kanâat içinde yaşattığı kimseye ne mutlu!” (Hadîs); “Anne babasına iyi davranana ne mutlu! Allah onun ömrünü uzun etsin, bereketlendirsin.” (Hadîs); “Allah yolunda cihât ederken, Allah’ı bolca anıp zikredene ne mutlu!” (Hadîs). “Atının yularından tutmuş, saçı-başı dağınık, ayakları da tozlu olduğu halde, Allah yolunda olan bu kimseye... ne mutlu!”; “Allah sevgisi ve Allah korkusuyla dopdolu olan kalplere ne mutlu!” (Bahreynli bir âbid); “İnsanlardan bâzıları vardır ki hayrın anahtarı, şerrin de kilidi gibidirler. Kendi elleriyle, hayrın (kapılarının) açıldığı kimselere ne mutlu! Allah’ın, kendi ellerini, şerre anahtar yaptığı kimselere de yazıklar olsun!” (Enes b. Mâlik’ten mervî, İbn Mâce, 1/86); “Şükre kilitlenmiş ebrâra (iyilere) ne mutlu!” (Yezid b.Meysere, Hilye, 5/240); “Dostu sâlih bir kimse olana ne mutlu! Dostu kendi aleyhine bir vebâl olana da yazıklar olsun!” Ve son olarak, günümüzün Nurlu İnsanlarının nurlu sözlerinden de bir buket: “Elhâsıl: Muhabbetullah, Sünnet-i Seniyyenin ittibâını istilzam edip intaç ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeye ittibâından hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeyi takdir etmeyip bid’alara giriyor.” (11.Lem'a-s.609); “Ne mutlu o adama ki, kendini bilip haddinden tecavüz etmez.” (17.Lem'a-s.653); “Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyânetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.” (24.Lem'a-s.688); “Ne mutlu sizlere ki, hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti; rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti; ücret almaya gidiyorsunuz.” (20.Mektup-s.450); “Ne mutlu, sevgiyi kendine rehber yapıp yürüyenlere! Yazıklar olsun, ruhundaki sevgiyi sezemeyip bütün bir hayat boyu kör ve sağır yaşayan tâlihsizlere!” (Sevgi-87); “Ruhunu inançla yükseltip, gönlünü fazîletlerle donatanlara ne mutlu!..” (Fazilet ve Mutluluk-82); “Ne mutlu, günahlarını idrâk edip tevbeye koşanlara! Ne mutlu, nefsine karşı sert ve acımasız, başkalarına karşı -hak ehli başkalarına karşı- müsâmahalı ve affedici olanlara..!” (Tevbe-81); “Ne mutlu, geleceğin dünyasını kuracak hasbîlere! Ne mutlu, Kudsiler pazarında insanlık uğruna ateşlere atılanlara ve çarmıha gerilenlere! Bin muştu olsun, şahsî haz ve zevklerini, içinde yaşadıkları topluma fedâ edenlere!” (Kırağı Korkusu-81) Ne mutlu! Büyüklerimizin sözlerinden ders ve ibret alıp, bu istikâmette yol alanlara ne mutlu! Her zaman âhiret hayatını birinci plânda tutup, dünyevî kayıplara çokça önem vermeyenlere ne mutlu! Arkadaşlarına, hattâ bütün insanlara karşı her zaman vefâlı ve şefkatli davranıp, bunu da Cenâb-ı Hakk’ın affına bir merdiven yapanlara ne mutlu! İnsanlar hakkında dedi-kodu yapmayanlara, iftirânın en küçüğüne bile aslâ yanaşmayanlara; bütün insanlığı kucaklama ve herkesin elinden tutma yolunda olanlara ne mutlu! İlim ve irfândan aslâ uzaklaşmayan ve hep bu doğrultuda gidenlere ne mutlu! Allah davâsına, îmâna ve Kur’ân’a dört elle sarılıp, hoşgörü ve tolerans çerçevesinde dünyânın dört bir tarafındaki güzelliklere -bâri duâsıyla olsun- ortak olabilenlere ne mutlu! Allah’a gerçek mânâda kul olma cehdiyle, îmân, ihlâs ve ihsân çizgisinde, uhuvvet ve kardeşlik destânı yazabilen asrın gariplerine, günümüzün karasevdâlıları olan babayiğitlere ne mutlu! Rabbim bizleri mutlu yaşatsın, mutluluğa giden yolları göstersin, toplumun mutluluğu adına hizmet eden gariplerden eylesin; hepimizi ebedî ve gerçek mutluluğa (ki o, en büyük mutlu gün sayılan, Zât-ı Ulûhiyetini perdesiz mânisiz görebileceğimiz gündür.) kavuştursun, mutluluğun sihirli kapılarını ardına kadar açsın, gönlümüze mutluluk damlaları saçsın, ruhumuzu mutluluklarla donatsın; mâzî ve müstakbelin bütün mutluluklarını vicdanlarımızda duyurarak, sonsuz zevklere erdirsin; geleceğin mutlu nesillerine hizmet etme şerefiyle şereflendirsin; bizlere, halkın mutluluğu ve Hakk’ın hoşnutluğu noktasında muvaffakiyetler versin, ve Kutlu Nebî’nin âzat-kabul etmez köleleri yaparak dünyâ ve ukbā mutluluğunu tattırsın. | | |
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home