sg

Salı, Aralık 27, 2005

[islami-hassasiyet] Kurban ve Hükümleri

 
 
 
Mehmet TALU
 

KURBAN ve HÜKÜMLERİ

 

KURBANA KATLİAM DEMEK

RESÛLULLAH'A HAKARETTİR
Son zamanlarda bir TV kanalında canlı olarak yayınlanan bir programda, "Kurban ibadetinin katliam olduğu" şeklinde bazı itham ve itirazlarda bulunulmuştur. Yine bazı kişilerin görüşlerine atıfta bulunularak, "Kur'an–ı Kerim'de kurban ibadetinin yer almadığı" gibi iddialar söz konusu edilmiştir. Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki, kurban kesmek bir ibadettir. Hem de Müslüman toplumların belirli simgesi ve şiarı sayılan ibadetlerden biri olarak asırlardan beri özellikle milletimizin dinî hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Kurban ibadeti, Kur'an–ı Kerim'de ve hadis–i şeriflerde yer almaktadır. Peygamber Efendimiz bizzat kurban kesmiş, O'na uyarak Müslümanlar da kurban kesmişler ve kesmektedirler. Kurban, bir Müslüman'ın bütün varlığını gerektiğinde Allah yolunda feda etmeye hazır olduğunun bir nişanesidir. Kurban ibadetini yok saymak, gerçeği görmemektir. Kurban ibadetine katliam demek ise en hafifi ile Peygamber Efendimize, dine ve Müslümanlara saygısızlıktır.
Dinî konuların ehil kimselerce tartışılması, toplumun aydınlanması bakımından önemli ve gereklidir. Ancak bu tartışmalar yapılırken toplumun dinî duygularının rencide edilmemesine de gerekli özenin gösterilmesi gerekir.
Kurban kesiminin vahşet ve katliam, Kurban Bayramının da kavurma bayramı olarak nitelendirilmesi, kurbanı ibadet kabul eden milyonlarca insanımızı derinden rencide etmektedir.
Dininizi öğrenmek, Allah'ın rızasını kazanmak istiyorsanız, muteber bir ilmihal kitabı, bilhassa merhum Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendinin "Büyük İslam İlmihali" adlı eserden istifade etmenizi tavsiye ederiz. Bu ilmihali sadeleştirmek bu garibe nasip oldu, diğer baskılarındaki hataları düzelterek sizler için hazırladık, gönül rahatlığı ile önerebileceğimiz bir çalışma oldu.
Toplum fertlerinin, 15 asırdır esasta doğru olarak yerine getirdikleri kurban ibadetinin, biçim ve mahiyetçe değişikliğini talep etmek, insanımızı gereksiz yere rahatsız etmekten ve dinî hayatımızı krize sürükleme riski ile karşı karşıya getirmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Kurban: "Muayyen bir vakitte, muayyen bir hayvanı ibadet maksadıyla usûlüne uygun olarak kesmek" demektir."Muayyen vakit"ten maksat: Kurban Bayramı günleri, "muayyen hayvan"dan da maksat: Koyun, keçi, sığır ve deve gibi şer'an kurban edilmesi caiz olan hayvanlardır. Kurban Bayramında kesilen kurbana udhiye, hacda kesilen kurbana ise hedy denir.

KURBAN BÜTÜN PEYGAMBERLERİN
ŞERİATLARINDA OLAN BİR İBADETTİR
Sözlükte yaklaşmak, Allah'a yakınlaşmaya vesile olan şey anlamına gelen "kurban", Allah'a yaklaşmayı Allah yolunda malların feda edilebileceğini, Allah'a teslimiyeti ve şükrü ifade eder. Kurban, daha önceki peygamberlerin şeriatlarında mevcut bir ibadettir. Kur'an–ı Kerim, kurban ibadetinin Hz. Âdem'in çocuklarıyla birlikte başladığını haber verir. Şöyle ki:
"Onlara Âdem'in iki oğlu, Habil ve Kabil'in haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti."(1)
Âyette kabul edildiği belirtilen kurban Habil'e aitti ve bir koçtu. Kabul edilmeyen de Kabil'e aitti ve ekindi. Kurban, bugünkü şekli ile Hz. İbrahim'e dayanır. Cenâb–ı Hakk'ın dostu olma şerefiyle şereflenmiş bir peygamber olan Hz. İbrahim, bir adakta bulunmuş, bir oğlu olduğu takdirde onu Allah'a kurban edeceğini adamıştı. Aradan geçen zaman içerisinde oğlu olmuş ama o, adağını nasılsa unutmuştu. Rüyada oğlunu kurban ediyor görmüş ve irkilmişti. Tefsirlerde ifade edildiğine göre Hz.İbrahim, bu rüyayı üç ayrı gece görmüştür. Peygamberlerin rüyası vahiy olduğu gibi onlar tarafından yapılan tabirleri de vahiydir. Hz.İbrahim de rüyasını, oğlunu kurban etmesi gerektiği şeklinde tabir etmiş ve böylece bu tabir de vahiy olmuştur. Artık Hz. İbrahim'in, bu vahyi yerine getirmesi gerekiyordu. Elbette bu çok zordu, ama Allah'tan aldığı vahye uymaması daha zordu. Hz. İbrahim, büyük bir imtihan karşısında olduğunu anladı. Hiç tereddüt etmeden Allah'a teslim oldu ve konuyu oğlu Hz.İsmail'e açmış, oğlu büyük teslimiyet göstermişti. Bunun üzerine adağını yerine getirmek için onu kesmeye teşebbüs etmiş, ancak Allah Teâlâ, O'nun bu bağlılığına karşılık Hz.İsmail'in yerine bir koyunun kurban edileceğini Cebrail vasıtasıyla kendisine bildirmiştir. Konu ile ilgili olarak Kur'an–ı Kerim'de şöyle buyrulmuştur:
"Hz.İsmail babası, Hz.İbrahim ile beraber yürüyüp gezecek çağa gelince:
–Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. Hz.İsmail de:
–Babacığım! Emir olunduğun şeyi yap, inşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi. Her ikisi de teslim olup, babası oğlunu alnı üzerine yatırınca:
–Ey İbrahim! Gördüğün rüyaya gerçekten sadakat gösterdin. Biz muhsinleri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü bu, gerçekten çok açık bir imtihandır, dedik.
Biz, oğlunun yerine O'na büyük bir kurbanlık fidye verdik. Geride gelecekler arasında O'na iyi bir ün bıraktık. "İbrahim'e selâm" dedik. Biz, muhsinleri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü O, bizim mü'min kullarımızdandır."(2)
Görülüyor ki, Kur'an–ı Kerim de Hz. İbrahim'in gördüğü rüyanın vahiy olduğunu teyit etmiştir. Çünkü Cenâb–ı Hak kendisine seslenirken:
"Ey İbrahim, gördüğün rüyaya gerçekten sadakat gösterdin." buyurmuştur.
Hz.İbrahim, Allah'ın emrine boyun eğerek oğlunu kurban etmek üzere şakağı üzerine yatırınca Cenâb–ı Hak, Hz. İsmail'in yerine bir koyun kurban etmesini emretmiştir. Hz. İsmail'in yerine bir koyunun kurban edilmesinin emredilmiş olması, Cenab–ı Hakk'ın insanlığa büyük bir lütfudur. Allah, İnsanları Hz. İbrahim gibi ulu'1–azm bir Peygamber aracılığıyla insan kurban etmekten kurtarmış olmasaydı, muhtemelen insanlar, "insan kurban etme" gibi korkunç bir geleneğe sahip olabilir ve onları o korkunç gelenekten kimse kurtaramazdı. Hz. İbrahim, oğlu yerine Cenâb–ı Hakk'ın kendisine gönderdiği koçu kurban etmiştir. Böylece kurban Hz. İbrahim'den sünnet olarak bu şekilde bize intikal etmiştir.

ÂHİR ZAMAN ÜMMETİNE

KURBAN EMRİ
Yüce dinimizin fakir komşuyla zengin komşu arasındaki dengeyi sağlayan ve sosyal adaletin gerçekleşmesine dayanak olan vecibelerden biri olan Kurban, hicretin ikinci yılında Müslümanlara meşru kılınmıştır. Kurban, malî ibadetlerden birisidir. Bu, Cenab–ı Hakk'ın ihsan buyurduğu varlığa karşı bir şükran borcudur. Meşruiyeti: Kur'an–ı Kerim, Hadis–i Şerif ve İcma–i Ümmet ile sabittir.
Kurban'ın meşru kılınmış bir ibadet olduğuna dair Kur'an–ı Kerim'de deliller bulunmaktadır. Cenab–ı Hak şöyle buyurur:
"Rabbin için namaz kıl ve nahr yap, kurban kes!"(3):
Tercih edilen bir tefsire göre; âyet–i kerimede geçen namaz'dan maksat: Bayram namazı, nahr'dan da maksat: Kurban kesmektir. Yukarıda zikrettiğimiz Saffat sûresi, 107. âyet–i kerimesinde Hz. İbrahim'in, oğlu Hz. İsmail'in yerine bir kurbanın Allah tarafından kendilerine fidye, kurban olarak verildiği açıkça bildirilmektedir. Ayrıca diğer bazı âyetlerde de kurban ibadeti ile ilgili hususlar mevcuttur. Cenab–ı Hak şöyle buyuruyor:
"Onlardan yiyin ve eli dar olana ve yoksula yedirin!"(4)
"Biz, her ümmete, kurban kesmeye uygun hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah Teâlâ'nın adını ansınlar diye kurban kesmeyi gerekli kıldık. İmdi, İlâhınız, bir tek İlâh'tır. Öyle ise, O'na teslim olun. Ey Muhammed! O ihlâslı ve mütevazı insanları müjdele!"(5)
"Biz büyük baş hayvanları da sizin için Allah'ın dininin işaretlerinden, kurban kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şu hâlde onlar, ayakları üzerine dururken üzerlerine Allah'ın ismini anınız ve kurban ediniz. Yan üstü yere düştüklerinde ise, artık canı çıktığında onlardan hem kendiniz yeyin, hem de ihtiyacını gizleyen–gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik.(6)
"Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınz diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. Ey Muhammed! Güzel davrananları müjdele"(7)
Bu âyetlerde zikredilen hayvan kesiminin, et ihtiyacı temini için kesilen hayvanlar olmadığı, bunların ibadet amaçlı birer uygulama oldukları gayet açıktır. Et ve kanların Allah'a ulaşamayacağının, asıl olanın ihlâs ve takva olduğunun bizzat âyetin metninde yer alması bunu açıkça ortaya koymaktadır.
Görülüyor ki: Kurban ibadetinin dini delillerinin Kur'an–ı Kerim'de bulunmadığını iddia etmek ve Allah'ın bu çeşit bir emrinin olmadığını ileri sürmek tamamen yanlıştır.

RESÛLULLAH'IN BABASI DA
KURBAN EDİLECEKTİ

Hz. İbrahim'in, oğlu Hz. İsmail'i kurban etmek istemesinin bir benzerinin de Hz. Peygamber Efendimizin dedesi Abdülmuttalib tarafından yaşandığı haber verilmektedir. Zemzem kuyusunun kazılması sırasında Kureyş'le karşılaştığı zorluklardan dolayı Abdülmuttalib, eğer on tane oğlu olursa, onlardan bir tanesini Kâbe'nin yanında Allah için kurban etmeyi adamıştı. Çekilen kur'a da, Peygamber Efendimizin babası Abdullah'a çıkmıştı. Abdulmuttalib adağını yerine getirmeye karar verdi. Kureyşliler böyle bir âdetin yerleşmesinden korkarak, kendisine engel olmuşlardı. Daha sonra Abdullah'ın yerine 100 tane deve kurban edilmiştir. Bu olayla Peygamber Efendimizin, insanlığa kurtarıcı olarak gelişinin bir işareti olarak, insan hayatının maddî ölçüsü tam 10 misli yükselmiş bulunuyordu.

 

RESÛLULLAH VE
MÜ'MİNLER KURBAN KESTİ
Kurban ibadeti hicretin ikinci yılında eda edilmeye başlanmış ve Peygamber Efendimiz de, kurbanı bir ibadet olarak kabul etmiş ve bizzat kendisi de on yıla yakın bir süre hep kurban kesmiştir, hiç terk etmemiştir.
Hazreti Ebû Bekre'den rivayete göre: Resûlullah Efendimiz hutbe okudu ve minberden indikten sonra iki koç getirterek kesti."(8)
Hazreti Enes b. Mâlik diyor ki: "Peygamber Efendimiz, iki alaca semiz koç kurban kesti. Ayağını yanlarına basarak: "Bismillah" deyip, tekbir aldığını gördüm. Sonra onları kendi elleriyle kesti."(9)
Hazreti Cabir b. Abdullah şöyle demiştir: "Resûlullah Efendimiz ile beraber açık hava namazgâhında kurban bayramı namazında bulundum. Resûl–i Ekrem Efendimiz hutbesini bitirince minberinden indi ve bir koç getirdi. Resûlullah Efendimiz, o koçu kendi eliyle kesti ve keserken:
"Bismillah! Vellahü ekber! Bu koç, benim ve ümmetimden kurban kesemeyenler içindir!" buyurdu.(10)
Hazreti Celebe b. Sühaym'den rivayete göre, adamın biri, İbn–i Ömer'e:
"Kurban hakkında vacib, farz mıdır?" diye sordu. İbn–i Ömer:
"Resûlullah Efendimiz ve Müslümanlar kurban kestiler!" dedi. Adam, aynı suali, İbn–i Ömer'e tekrar edince, İbn–i Ömer şöyle dedi:
"Ne dediğimi anlamıyor musun? Resûlullah Efendimiz ve müslümanlar kurban kestiler diyorum!"(11)
Hazreti Cabir b. Abdullah'dan rivayete göre Peygamber Efendimiz: Veda haccında cemre–i Akabe, büyük şeytanı, taşladıktan sonra... Kurban yerine giderek kendi eliyle altmış üç deve boğazladı. Sonra bıçağı Ali'ye verdi. Geri kalanını da o boğazladı."
Hazreti Cabir b. Abdullah'dan rivayete göre: Peygamber Efendimiz, Veda haccında kurban edilmek üzere 100 deve getirtmişti. 63 yaşında olduğu için her bir senesi için birer deve kurban olmak üzere bizzat kendisi kesmiş, geri kalanları da Ali'ye kestirmiştir. Sonra her bir deveden bir parça alındı. Beraberce pişirildi. Sonra etinden yediler ve çorbasından içtiler."(13)
Hazreti Aişe validemizden rivayete göre, Peygamber Efendimiz, Kurban bayramında, Allah katında en sevimli ibadetin kurban kesmek olduğunu şöyle ifade buyurmuştur:
"Âdemoğlu, Kurban Bayramı günü Allah Teâlâ katında kan akıtmaktan daha sevimli hiçbir amel yapmamıştır. Gerçekten o kurbanlık hayvan, kıyamet günü boynuzuyla, tırnaklarıyla ve kıllarıyla birlikte gelir. Kurbandan akan kan yere düşmeden Allah Teâlâ yanındaki yerini alır. O hâlde, kurbanın sevabı böyle olunca, kurban kesmekle kendinizi hoş ve müsterih tutun."(14)
Bu hadis–i şerif, kurban bayramı gününde yapılabilecek en kıymetli, en makbul ibadetin kurban kesmek olduğunu belirtmektedir. Ayrıca hadis–i şerifte, kurbanın boynuz, kıl, tırnak gibi işe yaramaz gibi gözüken kısımlarının bile kıyamet günü ortaya çıkacağının zikredilmesi, kurbandan hâsıl olacak olan sevabın büyüklüğünü belirtmektedir.
Kesilen kurban eksiksiz olarak kıyamet günü geleceğine, yani her bir parçasından sevap hâsıl olacağına göre, onun imkân nispetinde eksiksiz ve mükemmel olması ve gönül hoşluğu ile kesilmesi gerekir.

BABAMIZ İBRAHİM'İN
SÜNNETİDİR
Kesilen kurbanın kanının daha yere düşmeden Allah Teâlâ katında bir mevkiye ulaşması, Allah'ın kurban ibadetinden razı olacağını, kurbanın, Allah Teâlâ katında makbul bir ibadet olduğunu ifade eder.
Öyle ise kulun; böylesine kıymetli bir ibadeti istemeyerek, cimrice düşüncelerle değil, gönül hoşluğu ile, sevinçle yapması kurban emrini yerine getirmek hususunda iştiyak ve heyecan duyması, bayram yapması gerekir. Resûlullah Efendimiz işte bu noktaya işaret buyurmaktadır. Hazreti Zeyd b. Erkam şöyle demiştir. Resûlullah Efendimizin ashâbı:
–Yâ Resûlallah! Şu bayramda kesilen kurbanlar nedir?" dediler. Resûl–i Ekrem Efendimiz:
"Babanız İbrahim'in sünnetidir." diye cevab verdi. Sahâbîler:
"Peki, kurbanlarda bizim için ne sevap var yâ Resûlallah?" dediler. Resûl–i Ekrem Efendimiz:
"Her kıla karşılık bir hasene var." buyurdu. Sahâbîler:
"Ya yün yani kesilen kurban koyun, kuzu olunca sevap nasıl?" dediler. Resûl–i Ekrem Efendimiz:
"Yünden beher taneye karşılık bir hasene vardır." buyurdu."(15)
Hazreti Mihnef b. Süleym'den rivayete göre Resûlullah Efendimiz:
"Ey insanlar! Her sene ev halkına kurban kesmek gereklidir."(16) buyurdu. Hazreti Ebû Hüreyre'den rivayete göre Peygamber Efendimiz:
"Varlıklı, malî durumu kurban kesmeye müsait olup da Kurban Bayramında kurban kesmeyen kimse bizim namaz kıldığımız yere sakın yaklaşmasın!" buyurmuşlardır.(17)
Evet, kurban kesme imkânı olduğu hâlde şu veya bu bahanelerle bu görevini yerine getirmeyenler için bu hadis–i şerif tehdit olarak kâfidir. Bu, ağır bir uyarıdır. Çünkü Peygamber Efendimiz, Allah'ın verdiği mal bolluğu içinde iken, Allah yolunda, O'nun rızası için bir kurban kesmemek cimriliğini gösteren kimsenin, İslâm topluluğu içinde yerinin olmadığını beyan etmişlerdir.

MÜCTEHİD İMAMLARIN

İTTİFAKI VARDIR
Kurban kesmenin meşruiyeti üzerinde bütün müctehid imamlar icma, fikir birliği etmişlerdir. Binaenaleyh kurban kesmek: Hanefî mezhebince vacip kabul edilmiştir.(18) Kurban Bayramı günlerinde kurban kesmenin vacip olduğunu kabul edenler, sadece Hanefîler değildir. İmam Evzâî, Leys b. Sa'd ve İmam Mâlik de kurbanın vacip olduğu görüşündedir. Çünkü böyle büyük bir uyarı, ancak vacip olan bir ibadetin terki için yapılır. Yani kurban vacip olmasaydı onu terk eden için Peygamber Efendimiz böyle buyurmazdı. Mezheplerin çoğuna göre udhiyye kurbanının hükmü sünnettir.
Peygamber Efendimiz, ashabı, selef–i sâlihîn, 15 asır boyunca her asırda yaşamış olan evliyaullah, fukaha, süleha, kâmil mürşidler Kurban Bayramında kurban kesmişlerdir. Bu konuda büyük bir icma ve tevatür vardır. Milletimizin de, diğer İslâm toplumlarına göre kurban ibadetine çok daha önem verdiği ve bunu bir sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya dönüştürdüğü memnuniyetle müşahede edilmektedir. Bu güzel ibadeti, sonsuza kadar da bu şekilde devam ettireceğine olan inancımız tamdır. Kurban ibadetine yapılan itirazların dinî, aklî, hikemî hiçbir kıymeti yoktur.
Peygamber Efendimizin Sünnet'i İslâm dininin ana kaynaklarındandır. Kur'an–ı Kerim'de tafsilatlı olarak beyan buyurulmamış din hükümleri Sünnet ile, mütevatir ve sahih hadislerle anlaşılır. Meselâ, Kur'an–ı Kerim'de sabah namazının sünneti hakkında bilgi yoktur, biz Müslümanlar bunu Sünnet'ten öğrenir ve uygularız. Peygamber Efendimizin sünneti, hadisleri de bir nevi vahiyle gelmiştir. Usûl–i fıkıh kitaplarında bu konuda aydınlatıcı bilgi bulunmaktadır.

KİMLER KURBAN KESER?

Kurbanın vacip olmasının şartları: Kurban kesecek kimsenin:
a– Müslüman olması,
b– Akıllı ve bülüğa ermiş olması,
c– Hür olması,
d– Nisap miktarı mala sahip olması,
e– Seferi olmayıp mukim olması gerekir.(19)
Seferi olanlar kurban kesmekten muaftır. Hazreti Ebû Bekir ile Hazreti Ömer seferi olduklarında kurban kesmemişler; Hazreti Ali de "Seferi kimseye cuma namazı ile kurban borç değildir" demiştir. Bundan dolayı seferiliği gerektirecek yoldan hacca gidenler seferde oldukları için, memleketlerinde kesmeleri gereken kurbanları kesmek vacip değildir. Ancak Mekke–i Mükerreme'de seferi olmayan hacılara, memleketlerinde kesmeleri gereken kurbanları da kesmek, tercih edilen görüşe göre vaciptir. Şu kadar var ki, isterlerse bu kurbanı memleketlerinde de birini vekil tayin etmek sûretiyle de kestirebilirler.

 

ŞERİAT, FIKIH, İLMİHAL
KESİLECEK DİYORSA, KESECEĞİZ
Kur'an–ı Kerim'de yokmuş, vacip değil, sünnetmiş... Falan, filan... Vacip de olsa, sünnet de olsa Müslümanlar kurban ibadetini edaya devam edecektir.
Peygamber Efendimiz kurban kesmiştir. Ashab–ı kiram hazeratı kesmiştir. Tabiîn kesmiştir, Selef–i sâlihîn kesmiştir, müctehid imamlar kesmiştir, on beş asır boyunca ulemâ–i âmilin, kâmil mürşidler, evliyaullah hep kesmişlerdir. Şeriat, fıkıh, ilmihal kesilecek diyorsa, keseceğiz.

SEFERİ OLANLARA
RUHSAT VERİLMİŞTİR
Seferi olan bir kimse kurban kesmekle mükellef olmamakla beraber, bu şahsın tek başına veya mukimlerle birlikte kurban kesmesine bir engel de yoktur. Seferi kimse için böyle bir muafiyet ibadetlerde külfeti kaldırmak ve kurbandan gözetilen hikmetlerin gerçekleşmesine öncelik vermek sebebiyledir. Çünkü seferilik hâlinde bulunan kimse gerek kurbanlık temin etme ve kurbanı kesme, gerekse kesilen kurbanın etini değerlendirme ve dağıtma açısından o bölge halkının, mukim kimselerin sahip olduğu bilgi ve imkâna sahip değildir. Ayrıca yolculuk hâli zengin olan yolcunun bile elindeki parayı daha tedbirli harcamasını gerektirir. Böyle olunca Kurban Bayramı süresince iş ve görev gereği yolda olan veya bulunduğu seferi konumunda olan kimselerin bu ruhsattan yararlanması mâkuldür. İsterlerse kurban kesmeyebilirler. Bu kimselere kurban mükellefiyeti yüklemek maddî yönden ziyade ibadetin ifası yönünden ağır bir külfet teşkil edebilir.
Ancak fıkıh kitaplarımızda konu böyle ele alınmış olmakla birlikte, günümüzde yolculuk imkân ve şartları büyük ölçüde değişmiştir. Bayram tatilini fırsat bilerek yurt içi veya yurt dışı geziye çıkan, yazlığa giden, memleketine ana–ata ocağına giden kimsenin durumu farklıdır. Bu durumdaki kimselerin söz konusu muafiyetten yararlanma yerine ya önceden gerekli tedbirleri alarak vekâleten kurbanını kestirmesi ya da bulunduğu yerde kurban kesmesi daha isabetlidir. Çünkü kurbanın namaz, oruç gibi kişinin niyetiyle ve iç dünyasıyla alâkalı yönü bulunduğu gibi onlara ilâveten toplumda sosyal adaleti sağlayan ve üçüncü şahısların haklarını ilgilendiren yönü de mevcuttur. Bu sebeple de, seferinin yolculuk sebebiyle namazı kısaltma ya da oruç tutmama ruhsatından yararlanması daha ferdî bir karar iken kurbanda durum farklıdır. Böyle olunca, bu ibadetin sosyal amaçlarının göz önünde bulundurulması, savunulabilir bir gerekçe, sıkıntı veya mazeret bulunmadığı sürece kurban ibadetinin yerine getirilmesi gerekir.

İslâm'da
MAL BİRLİĞİ YOKTUR
mal ayrılığı vardır

Nisapla ilgili bu bilgilerden sonra önemli bir hususa temas etmek istiyorum. İslâm dininde; aile mülkiyeti değil, fert mülkiyeti esastır. Ailede ''mal birliği'' değil, ''mal ayrılığı'' prensibi vardır. Yani bir aile içinde de olsa herkesin malı kendisine aittir. Bir kimse babasının, eşinin veya oğlunun servetiyle zengin sayılamaz. Baba fakir olduğu hâlde oğlu; koca fakir olduğu hâlde karısı zengin olabilir. Bu bakımdan, aile içinde, diğer şartlarla beraber kimler dinen zengin sayılırsa, sadece onlar kurban kesmekle yükümlü olurlar. Hepsi zengin sayılırsa, her birinin ayrı ayrı kurban kesmesi gerekir. Aile içinde zengin sayılan kimse yoksa, hiçbiri kurban kesmekle yükümlü olmaz.
Bu itibarla aile içinde kurbanı, zengin olanlar keser. Evin büyüyü keser, diye bir şey yoktur. Bir aile içerisinde bulunanlar: Baba, anne, oğul, kız, gelin… Evet, bunların her birerleri dinen zengin ise hepsinin birer kurban kesmesi gerekir. Dinen zengin sayılan kimse yoksa, hiçbirinin kesmesi gerekmez. Bazen de yanlış ve dinî olmayan bir âdet gereğince, icabında esas kurban kesmesi gerekli olan koca – veya tersi yani hanım – bir sene biri, diğer sene de öbürü veya kurban kesmeye imkânı olmayan fakir anne–baba, zengin oğlu veya kızı yanında bulunurken, hürmeten anne veya baba adına kurban kesilmektedir. Bu, çok yanlış bir uygulamadır. Çünkü esas kurban kesmesi gerekli olan kimse, kesmemekte ve borç altında kalmakta, diğeri ise nafile kurban kesmektedir. Bu bakımdan esas kurban kesmesi vacip olan kimse, her yıl kendi adına kurbanını mutlaka kesmelidir. Arzu ediyorsa diğerleri için de nafile kurban kestirebilir.

 

KİMLER
KURBAN KESER?
Kurban kesme günlerinde yolculuğa çıkan kişi, vakit çıkmadan mukim olursa kurbanla mükelleftir. Kurban kesmenin ilk günlerinde mukim olduğu hâlde kurban kesmeyen ve son gün sefere çıkan kişiden vücubiyet düşer.
Kurban kesmede nisap sadaka–i fıtırla mükellef olmaktır. Bu durumdaki müslümana kurban kesmek vaciptir. Bu da: Temel ihtiyaçlarının dışında üreyici, nâmî olsun veya olmasın nisap miktarı mala sahip olmaktır. Bu da fitre nisabı ile aynı olup üzerinden bir yıl geçmesi şartı da aranmaz. Yani daha önce fakir iken, kurban kesme günlerinde 200 dirhem gümüş veya 20 miskal=80 gram altın veya bunların karşılığı olan para veya ticaret malına sahip bulunan kimseye kurban vacip olur. Temel ihtiyaçlara ev, normal ev eşyası, binit, meslek âletleri ve benzerleri ile bakmakla yükümlü olduğu kimselerin bir yıllık geçim masrafları da girer.
Nisabı eksilten borç, eyyam–ı nahirde kurbanlığın kaybolması kurbanın vücubiyetini düşürmez. Kişi vaktin başlangıcında fakir, sonunda zenginleşirse kurban kesmesi gerekir. Kurban kesmekle mükellef olan, aldığı kurbanlığı kaybeder ve mal varlığı nisabın altına düşerse eyyam–ı nahir'de fakir olduğundan yeni bir kurban almaya gerek yoktur. Zengin olduğu hâlde yerine yenisini alıp keser ve diğerini de bulursa bunu kesmesi gerekmez.(20)

KURBANIN RÜKNÜ
Kurbanlık hayvanı boğazlayıp kanını akıtmak yani bi'l–fiil kesmektir. Bu, olmadıkça kurban yükümlülüğü yerine getirilmiş olmaz. Bu yüzden, kurbanlık hayvanın kesilmeksizin, canlı olarak veya bedelini bir fakire veya hayır müessesesine tasadduk veya teberru etmek, bir fakire nakdî yardımda bulunmak, bir fakirin ihtiyacını karşılamak veya bedelini infak etmek sûretiyle kurban ibadeti yerine getirilmiş olmaz. Bu, sadaka olur.
Kurban kesmek yerine, onun bedelini fakirlere dağıtmanın daha uygun olacağı gibi görüşler, son zamanlarda bazı basın–yayın organlarında yer almıştır. Allah'ın, kurbanın etine ihtiyacı olmadığına göre, hayvanın kesilmesi yerine nakdî tutarının ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasının daha uygun olacağı görüşü, kesinlikle doğru değildir.
Fıkhî hükmü ister vacip, ister sünnet olsun; kurban ibadetinin ancak kurban olacak hayvanın usûlüne uygun olarak kesilerek yerine getirileceği kesindir. Bedelini infak etmek sûretiyle kurban ibadeti yerine getirilmiş olmaz. Müslümanların "Kurban kesilmeyip, onun parası sadaka olarak verilebilir" gibi iddialara asla kulak vermemesi gerekir.
Bu bakımdan ey Müslümanlar! Kurbanınızı kesiniz. Kurban kesmeyip onun parasını sadaka olarak verme hatasını işlemeyiniz. Hem kurban kesiniz, hem sadaka veriniz. Kesilen hayvanın etinin çoğunu fakirlere dağıtınız. Şeriat ve fıkıh kurallarına, yüzde yüz uyarak sizin namınıza vekaleten kurban keseceklerinden katiyetle emin olmadıkça hiçbir kuruluşa kurban parası vermeyiniz.
Müslüman hem namazını kılacak, hem orucunu tutacak, hem zekâtını verecek, hem kurbanını kesecek ve bunlardan başka elinden geldiği kadar, ALLAH rızası için sadaka dağıtacaktır. "Namaz kılınmasa da olur, onun yerine sadaka verilsin" demek ne kadar bâtılsa, kurban konusundaki yersiz ictihad da o kadar bâtıldır.
"Mezheplerin çoğuna göre udhiyye kurbanının hükmü sünnettir, kesilmese de olur, onun yerine sadaka verilsin", diyenler çıkıyor. Halbuki bir ibadetin farz olmayışı, onu ibadet olmaktan çıkarmayacağı gibi, şeklinin de değiştirilmesini gerektirmez. Kaldı ki bir ibadetin vacip değil de sünnet olduğunu söylemek, söz konusu ibadetin önemli olmadığı anlamına gelmez; aksi takdirde Hanefi mezhebinin büyüklerinden Ebû Yusuf da dâhil sünnet olduğu yönünde görüş bildiren bütün bilginler itham edilmiş olurlar. Farz ve sünnet, hatta bütün nafile namazların kılınış şekli, hep aynıdır. İbadetlerin şekil, şart ve rükünleri olduğu gibi hikmetleri, amaçları ve teşri gerekçeleri de vardır. İbadetlerdeki bu özelliklerin birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir.
Allah Teâlâ'nın rızasını kazanmak niyetiyle, karşılıksız olarak fakir ve muhtaçlara yardım etmek, iyilik ve ihsanda bulunmak da Müslümanın önemli vazifelerinden biridir. Zarûret derecesinde muhtaç kimseye yardım etmek, dinimizde farz kabul edilmiştir. Ancak bu iki ibadetin birbirinin alternatifi olarak sunulabileceği anlamına gelmez.

 

Dipnotlar:
1– Maide sûresi, 275
2– Saffat sûresi, 102–111
3– Kevser sûresi, 2
4– Hac sûresi, 28
5– Hac sûresi, 34
6– Hac sûresi, 36
7– Hac sûresi, 37
8– Tirmizî, Edahi, 19, 20
9– Buhârî, Edahi, 9, 14; Müslim, Edahi, 17
10– Tirmizî, Edahi, 19, 20
11– Tirmizî, Edahi, 11
12– Müslim, Hac, 1218; Ebû Davud, Menasik, 56
13– İbn Hibban, Hac:19, No:3943
14– Tirmizî, Edahi, 1; İbn Mâce, Edahi, 3
15– İbn Mâce, Edahi, 3 Ahmed b. Hanbel, 4/368
16– Tirmizî, Edahi, 18; İbn Mâce, Edahi, 2
17– İbn Mâce, Edahi, 2; Ahmed b. Hanbel, 2/321
18– Serahsî, "Mebsut", 12/8; Kâsânî, "Bedayi", 5/61–62
19– Alemgir, "el–Feteva'l–Hindiyye", 5/293
20– Kâsânî, a.g.e., 5/62–64; İbnü'l–Hümam, "Fethu'l–Kadir",
8/66–67; İbn Abidin, 5/219–222; Meydanî, "el–Lübab", 3/232

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home


Komik Videolar   islam  şarkı sözleri  yemek tarifleri  gelibolu  huzur   sağlık