sg

Perşembe, Ocak 05, 2006

[Beyzade1763] Buyur Allahım Buyur...

Buyur Allahım Buyur...   

"Hani bir vakit biz İbrahim'e, mukaddes evin kurulacağı yeri göstermiş ve O'na demiştik ki: "Bana hiçbir şeyi ortak koşma. Evimi; tavaf edecekler, namaz için kıyama duracaklar, rükû ve secdeye varacaklar için temiz tut..
İnsanlar içinde haccı duyur! Gerek yaya gerekse her türlü binek üzerinde uzak yollardan sana gelsinler." (Hac, 22/ 26-27)
Tevhid milletinin babası İbrahim(a.s)'a Rabbi böyle seslenmişti: "İnsanlar içinde haccı ilan et!"... 
"Yarabbi" diyordu büyük peygamber bin yıllar ötesinden "kim beni duyar, sesimi kime ulaştırabilirim ki ?" Âlemlerin Rabbi ise: "Sen çık ve kullarımı çağır, insanlara haccı ilan et" buyuruyordu. Ve Ebu Kubeys dağına çıkan Hz.İbrahim(a.s.) görevini mükemmelen yapıyor, kıyamete kadar süregelecek olan Hacc daveti başlamış oluyordu. İnsanlar Rablerinin davetine hep bir ağızdan, tek yürek:
"Buyur Allahım buyur, buyur ki ortağın yoktur buyur… Hamd sana mahsus, nimet senden, mülk senin... Asla ortağın yoktur..." diyerek icabet ediyorlardı...
 Milyonlarca yürekten çıkan bu ses Mekke vadisini çınlatıyordu. Herkes bembeyaz örtüler içinde başlar açık, ayak yalın bu lahûtî sloganı tekrar ediyordu. Memleketlerinden ayrılırken belki de bu kadar değişeceklerinin, yeniden doğacaklarının farkında değillerdi. Erkekler üzerlerini saran iki parça kefen benzeri örtü, hanımlar ise her zamanki doğal halleri ile ihrama girmenin, muhterem olmanın, haram beldede bulunmanın bilinci ile sesleniyorlardı Âlemlerin Rabbine: Buyur Allahım Buyur...
Sanki her şey susmuş, zaman durmuş ve halifeliğe soyunmuş insanoğlu tüm saflığı ve masumiyetiyle zamanın, mekânın ve Kâbe'nin Rabbi önünde diz çökmüştü. Bir yöneliş vardı, bilinçli bir yöneliş... Tüm vakitlerde yüreğiyle yönelmeye gayret ettiği, kıyam, rükû ve secdelerini yerine getirmeye çalıştığı, uzaktan da olsa namazlarında saflar halinde tüm samimiyetiyle bir duruş sergilediği Kâbe'si şimdi tam karşısındaydı. Karanlığın ortasında bir yıldız gibi pırıl pırıl parlıyordu "Özgürlük Evi". Hani insan bir şeye bakmaya kıyamaz, sevmeye, dokunmaya kıyamaz ya işte öyle bir şey... Tüm duyguların taşkın seller gibi coşarak kendini koyverdiği bir anı yaşıyordu tüm müminler. Ezelde verilen "Söz"e sadık kalındığını tasdik edercesine gözyaşlarını sözüne şahit kılarak şimdi coşuyordu saf ve berrak gönüller...
"Allah'ın Adıyla, O En Büyüktür" diyerek, mübarek taşı (ki o Allah'ın yeryüzündeki eli idi) selamlayarak tavafa başlamışlardı. İnsanoğlunun Rabbiyle ahdini yenilemesi, tekrar biat etmesi, bir daha geri dönmemek üzere teslimiyet sözleşmesini güncellemesi ne müthiş bir şeydi. Efendimizin(sav) başladığı yerden, aynen O'nun yaptığı gibi şimdi Kâbe'yi, "Eski Evi" tavaf ediyorlardı. Âdem'in, İbrahim'in, İsmail'in ( a.s.) misyonunu, Hacer annemizin üstün gayretini şimdi kendileri üstlenmişlerdi. Onların günümüz temsilcisi olmaya aday olduklarını tüm evrene ilan etmek istiyorlardı. Birbiri ardına tam yedi kez yapıldı bu merasim. Her defasında Karataş yeniden selamlandı, her devirde ahid ve bağlılıklar yeniden tazelendi. Tavafın insan ve kâinat yaşamı boyunca süregelen bir eylem olduğunu kanıtlarcasına tam yedi kez....
 Tavaf bir aşk haliydi, yerleri ve gökleri var edene, görüneni ve görünmeyeni yaradana sevdalanmaktı. Bir duygu seliydi, çağlayan bir nehirdi tavaf.
 Kalbin kanatlanma ülkesi Kâbede tavaf tamamlandıktan sonra, onları aklın ülkesine yolculuk bekliyordu: Sa'y yani çaba, emek ve gayret. Şimdi emek vermek, gayret göstermek, İsmaillerimizi yaşatma sırasıydı. Bunun için koşuyor, önce Safa tepesine çıkıyor, ardından Merve'ye doğru süzülüyordu tüm bedenler. Kâbe'yi yukarıdan görünce ferahlıyor, yolun ortasına gelince sevgilisini kaybetmiş sevdalının telaş ve kaygısıyla adımlarını hızlandırıyor ve tekrar özgürlük yurdunu müşahede edince mutlu oluyor ve rahatlıyorlardı. Bir arayıştı sa'y, hayatın ve ölümün sahibinin insanlara vermiş olduğu tüm nimetleri arama çabasının adıydı kısaca... Akıl cevherini en güzel şekilde kullanarak nimetleri elde etmenin ve onu, verenin rızası istikametinde kullanmanın adıydı. Bu bilinçle tüm hacılar tam yedi kez bu çabayı sergiliyorlardı, Hacer annelerinin bugünkü temsilcileri olarak. Emek ve çabanın da ömür boyu sürecek kesintisiz bir eylem olduğunu hatırlatırcasına yedi kez yapılıyordu sa'y...
 Ve sa'y eden, emek veren, çabalayan hacılar en güzel nimete kavuşmanın bereket ve lezzetini tadıyorlardı kana kana... Bunun adı "Zemzem"di. Cennetten gelen bir abı hayat gibi zemzemi doya doya, kana kana içiyorlardı. Allah'ın kullarına ihsanının en güzel numunesi olan zemzem dün İsmail bebeğe hayat bahşederken, bugün dünya müslümanlarına sanki şunu diyordu: "Gevşemeyin, üzülmeyin! Eğer hakkıyla gereken gayreti gösterir ve aşkınızın yanına aklınızı katarsanız dünyanın tüm zorluklarının üstesinden gelirsiniz. Siz üzerinize düşeni yapın, Allah ( c.c) binlerce yıl önce çölün ortasında bir imkânsızı mümkün kıldığı gibi 2006 lerde de nice olmazları olur kılar."
 Yeter ki İsmail(a.s.) teslimiyeti, Hacer ve İbrahim(a.s) tevekkül ve çabası gösterebilelim...
Allahım! Bizlere, kul olma şuuru lütfet. Sana kul olanın dünya ve ahirette aziz olacağının bilincine bizi ulaştır. Zalimlerin aslında güçlü olmadığını, bizim gücümüzün farkında olmadığımızın, imkânlarımızı doğru ve verimli kullanmadığımızın asıl mesele olduğunu anlamayı nasib et. Milyarlarca müslümanın aynı Kâbe'nin rabbine kul olduğunun farkına varmasını, haccdaki kulluk şuurunun müslümanın hayatına hakim olması durumunda zulmün artık pek rahat olamayacağını görmemizi bize nasip et Allahım... Aslında her yıl yapılan "HACC" ile, İbrahim ( a.s) ın bizleri yeniden dirilişe çağırdığını bizlere hatırlat Allahım...
 Hep birlikte, tüm gönlümüzle davetini baş ve gözümüz üzerine kabul ediyor ve davetine yeniden icabet ediyoruz:
"Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk! Lebbeyke lâ şerîke leke Lebbeyk! İnne'lhamde ve'nni'mete leke ve'lmülk! Lâ şerîke lek!"

 

M. Kâmil Gelgör

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home


Komik Videolar   islam  şarkı sözleri  yemek tarifleri  gelibolu  huzur   sağlık