"Gazi Paşa ile Dört Saat Görüştük" Köşkün ikinci katındaki bekleme odasında fazla bekletilmeksizin üçüncü kata Atatürk'ün bulunduğu salona alınan Cevdet, her tarafının özenle ciltlenmiş kitaplarla dolu olduğuna tanık olmuştur, seçkin bir fikir adamının evine girdiğini hemen duyumsamıştır. Toplumsal Tarih Dergisi 09/04/2005 Zeki ARIKAN BİA (İstanbul) - Doktor Abdullah Cevdet'in (1869-1932) siyasal bir düşünür olarak yakın tarihimizde oynadığı büyük rol, bundan yaklaşık otuz yıl önce yazılmış bir doktora tezinde ele alınmıştı (1).
Biz burada ancak kısa bir anımsatma yaparak onun bir mektubu üzerinde yoğunlaşacağız.
Abdullah Cevdet, Arapkir'de 9 Eylül 1869'da doğdu. İlk öğrenimini aile ocağında gördü. Mamuret'ül-aziz Askeri Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra İstanbul'a giderek Kuleli Askerî Tıbbiye İdadisi'ne yazıldı. Mekteb-i Tıbbiye'de, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kurulmasında ve örgütlenmesinde önemli bir rol oynadı (2)..
Okul çıkışı Haydarpaşa Hastanesi'nde çalışmaya başladı. Bir ara Diyarbakır'da görevlendirildi. Burada Gökalp'in intiharına ilk müdahale eden ve onu kurtaran kişi oldu. Dönüşünde "erbab-ı faside ashabından" olduğu gerekçesiyle tutuklandı ve 1895'te Trablusgarp'a sürüldü. Buradan Avrupa'ya kaçtı.
Jön Türkler'in Cenevre'de (3) çıkardığı Osmanlı gazetesinde yazılar yazmaya başladı. Bir süre sonra Viyana Sefareti hekimliğini kabul etti.
Abdullah Cevdet, 1904'te Cenevre'de İmprimerie Internationale' kurdu, l Eylül 1904'te çıkarmaya başladığı İctihad dergisinin (4) önsözünde Doğu ve Batı bağlamında çift yönlü bir alışveriş yaratmak istediğini vurguluyordu:
"Çift yönlü bir düşünce akımı yaratmak! Abdullah Cevdet bu amaçla Sadi'den, Mevlana'dan, Hayyam'dan yaptığı çevirilere Shakespeare'den, Schiller'den, Byron'dan yaptığı çevirileri ekleyerek Batı ile Doğu'yu bir potada eritip aklınca, gönlünce bir bileşim yaratmak istiyordu." (5).
Bütün bu çeviriler ve kendi eserleri Kütüphane-i İctihad dizisinde basılıyordu. Abdullah Cevdet, matbaasını neredeyse sırtında taşıdı. Saltanata, baskıya karşı savaşını sürdürdü. 19H'de İstanbul'a yerleşen Abdullah Cevdet, Sirkeci'de şapka giymek ve eşiyle yan yana yürümek cesaretini de göstermişti.
Göz hekimi olan Abdullah Cevdet, Cağaloğlu'ndaki İctihad Evi'nde hem hastalarını kabul ediyor, hem de Kütüphane-i İctihad'ı telif ve çeviri eserleriyle zenginleştiriyordu. Evi o dönem Türk aydınlarının sık sık gelip gittikleri, tartıştıkları bir mekândı. Ev bu özelliğini doktorun ölümüne kadar sürdürdü. Eve gelenler arasında Hasan-Âli Yücel de vardı.
Abdullah Cevdet "tutarlı" bir batıcıydı. Lewis'in dediği gibi 1911'de değil; (6) çok daha önce kaleme aldığı yazılarında medeniyetin Avrupa kaynaklı olduğunu yazmıştı. Dahası, fesin kaldırması, Latin harflerinin kabulü gibi oldukça köklü çözümlemelerin savunuculuğunu henüz bunlar uygulama alanına konulmadan çok önce yapmıştı.
Osmanlı İmparatorluğu'nun ve geniş anlamda İslam dünyasının geri kalmışlığının nedenlerine parmak basan Abdullah Cevdet bu konuda şöyle diyordu
:" Geri kalışımızın nedeni Asyalı kafamız, kendi dejenere geleneklerimizdir. Bizi mağlup eden kuvvet bizim görmek istemeyen gözlerimiz, düşünmek istemeyen kafalarımızdır. Bizi geride bırakan, bırakmaya devam edecek, gelecekte de bırakacak olan kuvvetler dünya işlerini hükmü altına alan bir din devlet bileşimi sistemidir." (7).
Abdullah Cevdet, Milli Mücadele'nin başarıya ulaşmasını, Türkiye'nin çağdaşlaşma yolunda hızla ilerlemesini yürekten alkışladı, îctihadın sayfalan Türk devriminin kazanımlarına övgülerle doludur. Mustafa Kemal, sık sık içtihadın kapak konusu olmuş ve yüceltilmiştir.
Abdullah Cevdet, "Dumlupınar, Mustafa Kemal Paşa" başlıklı yazısında, (8) önce ona duyduğu hayranlık ve takdiri dile getirmektedir. O, Mustafa Kemal'i bir "deha" olarak kabul etmektedir. "Mustafa Kemal'in bütün evsafıyla bir deha olduğuna şüphe yoktur. Muvaffakiyeti için harici amillerin ve hatta bazı tesadüflerin kendisiyle teşrik-i mesai etmiş olduğu ne kadar ileri sürülürse, en kuvvetli amil-i muvaffakiyet yine Mustafa Kemal'in kafası ve imanı olmuştur."
Abdullah Cevdet, Mustafa Kemal Paşa ile bir kez Aşiyan ziyaretinde (19 Ağustos 1918), iki kez de Sıhhiye Umum Müdürlüğü'nde karşılaştığını yazmakta ve özellikle onun Dumlupmar'da büyük zaferin ikinci yıldönümünde yaptığı konuşma üzerinde durmaktadır.
Abdullah Cevdet, Gazi'nin şu sözlerine özellikle dikkat çekmektedir: "Artık vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor, ilim ve marifet, yüksek medeniyet hür fikir ve hür zihniyet istiyor... Milletimizin mefkuresi medeni bir heyet-i içtimaiye olmaktır. Medeniyet yolunda yürümek ve muvaffak olmak, hayatın şartıdır. Bu yol üzerinde tevakkuf edenler yahut ileriye değil geriye bakmak cehil ve gafletinde bulunanlar medeniyet-i umumiyenin hür ve şanlı seli altında boğulmaya mahkûmdurlar. Medeniyet yolunda muvaffakiyet te-ceddüte vabestedir. Ahkâmın zamanla tagayyürü, tekemmül ve teceddüdü zaruridir. Medeniyetin ihtiraları [buluşları] cihanı tahavvülden tahavvüle duçar ettiği bir devirde, asırlık köhne zihniyetlerle, maziperestlikle muhafaza-i mevcudiyet mümkün değildir. Safsatalar, hurafeler kafalardan çıkmalıdır". (9)
Mustafa Kemal Paşa'nın bu sözlerini değerlendiren Abdullah Cevdet, halkımızda "taassup" olmadığını, tutuculuğun okur yazar fakat zalim tabakada olduğunu belirtiyor ve şöyle diyor:
"(bu) devrin kıymetini iyi takdir etmeli ve nurun zulmete, hürriyetin esarete, terakki ve refahın atalet ve sefalete kafi muzafferiyetini temin yolunda çalışmak için bu fırsatı ganimet bilmelidir."
Atatürk, Ağustos 1925'te Kastamonu'da yaptığı konuşmasında uygarlık ateşine karşı direnenlerin yakılıp mahvolacağını dile getirmişti: (10) "Millet vazıhan bilmelidir. Medeniyet öyle bir kuvvetli bir ateştir ki ona bigâne olanları yakar ve mahveder."
Bu değerlendirmenin ilk izlerini 1905'te Abdullah Cevdet'in İctihad'dâ çıkan bir yazısında buluyoruz: (11) "Medeniyet-i hazıra bir seyl-i huruşandır ki mecrasını Avrupa kıt'asında açmıştır, önüne gelen her mevaniyi [engelleri] ba kemâl-i şiddet zir u zeber eder. Ahali-i müslime bu seylabe-i medeniyete mukavemetten ihtiraz etmelidir..."
(...) Abdullah Cevdet, öteden beri hem İslamcıların hem de Türkçülerin boy hedefi haline gelmişti. Dr. Dozy'den çevirdiği Tarih-i İslamiyet e yazdığı önsöz, ulemanın tepkisine yol açmıştı.18 Şeyhülislamlık eseri yasakladı.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında Dr. Abdullah Cevdet'e milletvekili olarak TBMM'ye girme fırsatı çıktı. Cevat Paşa'nın Elazığ mebusluğundan çekilmesi üzerine, yönetim içerisindeki bazı idareciler bu göreve Abdullah Cevdet'in getirilmesini önerdiler.
Kısa bir sürede bu görüş ülke kamuoyu ve Elazığ'da taraftar buldu. " Belki de bu konuyu konuşmak üzere Dr. Abdullah Cevdet, Atatürk tarafından Ankara'ya çağrıldı. İstanbul gazeteleri doktordan durumu öğrenmek istediler. Abdullah Cevdet, "mebusluk benim için bir gaye değildir. Bununla beraber seçilirsem kabul etmem demem" diyordu (20).
Ancak Dr. Abdullah Cevdet'in Mütarekeden beri savunduğu Avrupa ülkelerinden göçmen getirilip Türkiye'ye yerleştirilmesiyle tarımda büyük gelişme sağlanacağı fikrini söylemesi, basında büyük bir tepkiye yol açtı. Bunu "kana kan katmak" şeklinde yorumladılar.
Bunun başını Tevhid-i Efkâr gazetesi çekiyordu. Berkes'e göre gerçek hedef Abdullah Cevdet değil, onu görüşmek üzere Ankara'ya çağıran Atatürk'tü (21).
Nitekim Tevhid-i Efkârın başını çektiği bu karalama ve saldırma kampanyasından sonra Dr. Abdullah Cevdet'in mebusluğu olanaksız hale geldi. Öyle ki Hakimiyeti Milliye gazetesi bile Dr. Abdullah Cevdet'e karşı cephe almıştı (22) Abdullah Cevdet bütün bu yayınlardan epeyce üzüntü duymuş ve rahatsız olmuştur; fakat kendini savunmuştur.
Çok geçmeden Şark İstiklal Mahkemesi Savcısı Avni Bey, bir kısım gazetelerin olayları nasıl çarpıttığına örnek olarak Dr. Abdullah Cevdet'in demecini gösteriyordu (23). Bu konudaki ayrıntılar bir yana, Dr. Abdullah Cevdet'in Ankara'yı ziyareti ve Atatürk'le görüşmesiyle ilgili olarak iki belge üzerinde durmak istiyoruz. Bunlardan birincisi onun İctihadde. çıkan bir yazısı (24) diğeri de eşi Fatma Hanım'a yazdığı 19 Kânunuevvel 1924 tarihli mektubudur (25).
"Gazi'nin Köşkü'nde" başlıklı yazıdan anlaşıldığına göre Abdullah Cevdet, Ankara'ya vardığı gün Halk Fırkası Umumi Kâtibi Cemil Bey'e Gazi Paşa'yı ziyaret etmek istediğini söyler; fakat bir gün önce Gazi Paşa'nın şoförü onu aramış ancak bulamamış, yine geleceğini söylemiştir.
Sonunda Çankaya'dan gelen otomobil, doktoru alarak köşke götürmüştür. Burası "küçük ve mütevazı bir meskendir. Köşkün yollarında, bahçesinde, tarh ve tanziminde ince bir zevk hakimdir." Bunlar doktorun ilk izlenimleri... Köşkün ikinci katındaki bekleme odasında fazla bekletilmeksizin üçüncü kata Atatürk'ün bulunduğu salona alınan Abdullah Cevdet, burasının her tarafının özenle ciltlenmiş kitaplarla dolu olduğuna tanık olmuştur.
Oraya girince seçkin bir fikir adamının evine girdiğini hemen duyumsamıştır. "Gazi Paşa, uzun senelerden beri bütün münevverlerin ateş ve imanla beslediği emelleri tahakkuk" ettirmiş, böylece Anadolu zaferinden sonra büyük asker Mustafa Kemal'in çağın gerçeklerini bütünüyle kavramış olduğu ortaya çıkmıştı.
Dr. Abdullah Cevdet, Mustafa Kemal Paşa'nın Anafartalar'la başlayan ve Büyük Taarruz'la noktalanan askerî başarılarına bu yazısında geniş yer vermektedir.
Konuşma sırasında hükümet merkezinin Ankara'ya taşınmasının isabetli olup olmadığı gündeme gelir. Paşa, doktorun fikrini sorar, o da şu yanıtı verir: "Bundan on dört sene evvel üçüncü defa tabedilen (Felsefe Sanihalari) adlı küçük bir kitabımda aynen şu satırları yazmıştım.
Türk'ün geri kalmasının sebebi üçtür: Birincisini Allah bilir, ikincisi İngiliz veya Alman lisanı ve harsı yerine Fransız lisanı ve harsını almamız, üçüncüsü de İstanbul'u me-kez-i hükümet ittihaz etmiş olmamızdır."
Bu üç maddeden oluşan kanısını doğrudan doğruya Mustafa Kemal Paşa'ya söylemek fırsatını bulduğu için Doktor memnundu. Şunu da ekliyor: Otuz yıl önce Shakespeare'den çevirdiği Hamlet'te, Anglo-Saksonların eğitim ve uygarlık unsurlarında bir üstünlük görmüştür.
Konuşmanın sonunda Abdullah Cevdet izlenimlerini şu sözlerle dile getirmektedir: "Fakat anladığım şu oldu ki; Mustafa Kemal, başkalarının gözleriyle görmeyi, başkalarının kulaklarıyla işitmeyi kabul etmeyen bir şahsiyettir."
Dr. Abdullah Cevdet'in Mustafa Kemal Paşa hakkındaki bu yargısı üzerinde önemle durmak gerekir; çünkü burada Kant'ın Aydınlanma tanımı kapsamına giren bir yorumla karşı karşıya kalıyoruz. Kant'a göre Aydınlanma insanın aklını, kendi suçu olan bu bağımlılıktan kurtararak özgür olması demektir (26).
Görüşme bir saat sürmüş, doktor kalkmak isteyince Atatürk onun söyleşiyi istediği kadar uzatabileceğini söylemiştir ve böylece görüşme üç saate yakın sürmüştür. Yazı şu cümleyle sona ermektedir:
"Mustafa Kemal Paşa bu inkılapçı ve müceddit ruh, feyyaz-ı tevlid-i seciyyesiyle Türkiye'de yaşayacak ve hür ve müreffeh yaşamak yolunu bize her gün daha geniş açmaya devam edecektir."
Mektuba gelince; bu Dr. Abdullah Cevdet'in Ankara'ya vardıktan sonra eşine yazdığı ikinci mektuptur. Bu mektup çok uzun olmamakla birlikte Ankara ve Atatürk'le görüşmesiyle ilgili olarak dikkate değer bilgiler içermektedir.
Ankara'yı gezmesini kendisine Gazi Paşa'nın salık verdiğini belirtmekte ve hatta kimi yerlerin fotoğraflarını aldığını yazmaktadır. Keçiören de gezdiği yerler arasında sayılmaktadır. Dostları da Doktorun Ankara'ya gelmesini ister. İşitildiğine göre Dr. Abdullah Cevdet'in Sıhhiye Müsteşarlığına getirilmesi söz konusu olmuş; ancak mebusluktan hiç söz etmemesi Ankara'da bu doğrultuda bir gelişme olmadığını ortaya koymaktadır.
Gazi Paşa'yla görüşmesinin dört saat sürdüğünü vurgulayan Dr. Abdullah Cevdet, burada başkaları da olmakla birlikte Atatürk'ün sürekli olarak kendisine hitap ettiğine dikkati çekmektedir. Özellikle kendisinin bu ülkede laik düşüncelere öncü olduğunu takdir edenlerin bulunduğunu da eklemektedir. (BA)
* Zeki Arıkan, Prof. Dr., Ege Üniversitesi, Tarih Bölümü
** Özetleyerek verdiğimiz Zeki Arıkan'ı n yazısının tamamı Toplumsal Tarih Dergisi'nin Nisan 2005, 136. sayısında yer alıyor.
Notlar
1. M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Üçdal, 1981. Daha önce K. Süssheim, ailesinden aldığı bilgilere dayanarak Dr. Abdullah Cevdet'in oldukça ayrıntılı bir yaşam öyküsünü yazmıştı (Encyclopedie de'l islam, Supliment, 55 vd).
2. ibrahim Temo'nun Ittihad ve Terakki Anılan, Arba, 1987, s. 14-15.
3. Sıradışı bir kişiliği olan Izabella Eber-hart'ın Cenevre'de iletişim kurduğu Jön Türkler arasında Dr. Abdullah Cevdet de vardı. Bkz. Edmonde Charles-Roux, Un desir d'Orient Je-unesse 'isabette Eberhardt, 1877-1899, Club Expresse Editions Grasset & Fasquelle, 1988. Krş. Zeki Arıkan, "Isabelle Eberhardt ve Jön Türkler", Toplumsal Tarih, 70 (1999), s. 35-37.
4. Bu dergi için bkz. Yunus Emre Tansu, Batıcı Düşüncenin Etkili bir Sözcüsü olarak İctihad Dergisi (1904-1932). Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2002.
5. Vedat Günyol, Büyük İnsancı Abdullah Cevdet, Türk Dili, 328 (1979), s. 10. 6 B. Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, (çev. Metin Kıratlı), TTK, Ankara 1970, s. 235, 267.
7. Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, Ankara, 1973, s. 364.
8. İctihad, 170, (l Teşrinievvel 1924), 3429- 3421. Atatürk'ün kütüphanesindeki kitaplar arasında Dr. Abdullah Cevdet'in kitaplığından gelen eserler de vardır. Yine Atatürk'ün okuduğu kitaplar içinde Dr. Abdullah Cevdet'in çevirdiği eserler de bulunmaktadır. Bkz. Şerafettin Turan, Atatürk'ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, TTK, Ankara, 1989, s. 48; aynı yazar, Mustafa Kemal Atatürk, Bilgi, Ankara, 2004, s. 63.
9. Krş. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, II, Ankara, 1989, s. 186.
10. Age, s. 216.
11. Alıntı Şerif Mardin, Jön Türkler'in Siyasi Fikirleri 1895-1908, İletişim, İstanbul, 1983, s. 172.
12. Dr. Abdullah Cevdet, "Mustafa Kemal Paşa ve İlga-yı Esaret", İctihad, 187, (1925), s. 3706.
13. Şerafettin Turan, age, TTK, Ankara, 1989, s. 48.
14. Şerafettin Turan, Mustafa Kemal..., s. 72. Burada hiçbir yorumda bulunmadan şunu eklemek istiyorum: Atatürk'ün, Dr. Abdullah Cevdet'e "Hep yazdıklarınızı, söylediklerinizi yaptım", dediğini doktorun eşi Fatma Hanım bize söylemişti.
15. Frank W. Creel, "Abdullah Cevdet: A Father of Kemalism" Journal of Turkish Studies, l (1980), 9-26.
16. Vedat Günyol, agm, s. 11.
17. Hanioğlu, age, s. 386.
18. Dr. Dozy, Tarih-i İslamiyet, Kahire 102 1908-1909, 2c. Tepkiler için bk. Berkes, age, s. 403, 537; Hanioğlu, age , s. 326-327.
19. Hanioğlu, age, s. 387.
20. Tarık Zafer Tunaya, "Kana Kan Katmak" Cumhuriyet, 21 Aralık 1977.
21. Berkes, age, s. 486. Bu arada şunu da belirtelim ki bu sıralarda ülkenin tarımsal ve ekonomik yönden kalkınması için çeşitli öneriler getiriliyordu. Sözgelimi eski Tanın gazetesi başyazarı Muhittin (Birgen) köy kalkınmasının teknolojik bir yapılanmayla sağlanacağını savunuyordu. Bk. Muhittin Birgen, "Türkiye'yi Tasnif Tecrübesi" Yeni Gün, agm, 20-28 Ağustos 1925 (1341), no. 29-36.
22. Tunaya, agm, Göst Yer.
23. "Şark İstiklal Mahkemesinde Nazar Yüksekliği", tctihad, 191 (1925), 3765-3766. Aradan bunca sene geçmiş olmasına rağmen, Tunaya'nın, Hanioğlu'nun çalışmaları ortada dururken günümüzde bile kimi yayın organları hâlâ doktorun "damızlık erkek" getirmek istediğinden söz edebiliyorlar. Bkz. "Fikir sapması gerekti", Macaristan'dan damızlık erkek getirelim dedi. Hürriyet Tarih, 18 Şubat 2004, s. 19.
24. Abdullah Cevdet, "Gazi'nin Köşkünde", İctihad, 194 (1925), 2813-3816.
25. Mektup ailesinin izniyle yayınlanmaktadır.
26. Tomris Mengüşoğlu, "Aydınlanma, Kant ve Biz ", Cumhuriyet, 28 Eylül, 2 Ekim 2004. | |
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home