sg

Çarşamba, Aralık 28, 2005

[Beyzade1655]

"Basit Şiirler" (*)

Çok güzel, İzmirli, uzun saçlı, Türkan Şoray'ın gençlik yıllarının bir kopyası; ciddi, zor beğenen, birikimli ve güldü mü yüzünde güller açan bir edebiyat öğretmeni...

Arkadaşım.

Bir Anadolu lisesinde çalışıyor.

Bu yıl ilk kez lise birinci sınıflara giriyor. Yeni öğrenciler onun kurallarını bilmiyorlar. Arkadaşım öğrenciden gelen hediyelere kapısını kapatalı çok olmuş. Erkenden çözmüş bu işi. Öğretmenle öğrenci arasında hediye ile gelişecek bir ilişki olmadığına inanıyor. Bu yüzden kesinlikle hediye kabul etmiyor.

Oysa o gün...

Yani Öğretmenler Günü'nde bir şey oluyor...

***

"Ders bitti. Koridora çıktım. Öğretmenim! diye seslendiler arkamdan. Döndüm, ikisini aynı anda gördüm. Birinin elinde çok fiyakalı, diğerininkinde gazete kağıdına sarılı birer paket vardı. O anda gazete kağıdına sarılı hediyeyi almayı çok istediğimi fark ettim. Duraksadım. Elinde şık paket olan öğrenci bir adım öne geçti. Diğeri arkadaşını görünce gazete kağıdına sarılı hediyesini saklamak ister gibi yana indirdi. Ama vazgeçmedi. Arkadaşını beklemeye karar vermişti. O kadar merak ediyordum ki gazete kağıdının içinden ne çıkacağını...

Şık paketi elimde tutarken, umarım bu hediyeyi almak için biriktirdiğin paranın tamamını harcamamışsındır ve umarım bu hediyeyi annen almamıştır, dedim. Çocuğum mahcubiyet içinde kem küm etti. Öptüm, teşekkür ettim, bir çiçek getirseydin hatta kendin toplasaydın daha güzeldi, dedim. 'Hocam İstanbul'da çiçek bulmak, toplamak öyle zor ki' gibi bir şeyler daha söyledi. Marifet bu olurdu ya diyerek gönderdim. Sonra öbürü yaklaştı yanıma. Elindeki paketi uzattı. Etrafına üç dört kasımpatını seloteyple tutturmuş. Gazete kağıdının gazete kağıdı olma kusurunu örtmeye çalışır gibi... Uzattı ve 'ben kendim aldım öğretmenim' dedi. Sarıldı ve koşarak uzaklaştı yanımdan."

Arkadaşım bunları anlattıktan sonra koltuğun üzerinde duran bir paketi ve camın önündeki bronz boyalı vazoyu gösterdi. Paketin içinde çok pahalı Avrupa bir fincan takımı vardı. Bronz boyalı vazonun içinde ise boynu bükük kasımpatılar...

***

Arkadaşımın o gün dersten sonra bizim için hazırladığı sofrada oturuyorduk.

Ayakta kalmış son yaprakları da alıp kaçıran bir rüzgârla iri taneli, hızlı bir yağmur vardı. Mutfak, çalışma ve oturma mekânı bir olan küçücük evinin muhteşem manzaralı penceresinin önündeydi yemek masamız. Gece karanlıktı, oda loş...

Gazete kâğıdından çıkan küçük hediyeyi anlatırken gözleri ışıldıyordu "Çalıkuşu"nun...

O küçücük, çocuksu anı kocaman bir hediyeye dönüştürüyordu yüreği. Uzun uzun, ince ince anlatıyordu. Çocuklarına Edip Cansever'i, Baudelaire ve Jose Marti okuduğunu anlatıyordu.

İç güzelliğinin nice önemli olduğunu söylediği bir ders sonrası arkadaşlarından ayrı duran, haliyle yüzünü yerden hiç kaldırmayan öğrencisinin ona nasıl baktığını tasvir ediyordu…

***

Ona bakarken, bize pişirdiği yemeklerin son kırıntıları tabağımızda, sonbaharın sonu kapımızda dururken "hâlâ var" diye sevindim.

Hâlâ var böyle insanlar...

Kötülüğün aceleci telaşı içinde yaygınlaşan varlıklarıyla mutsuzluktan küller serpen çizgi adamların egemenliğinde sanırken ben dünyayı; hayır, hâlâ var böyle insanlar.

İşte biri karşımda duruyor, biri yanımda.

Çok şükür ki onlar var.

Ve o güzel kadın çocuklarına okuduğu Jose Marti şiiriyle bizi yolcu ediyor:

(...) Görüyorsun yüreğim nasıl da gepgeniş

ve senindir o! Onda her şey kederdendir,

ve yer vardır içinde

bu dünyada acı çeken, ağlayan herkese!

yüreğimi arındırıyorum solmuş yapraklardan,

kurumuş dallardan, tozdan,

titriyorum her yaprağın, her dalın üzerinde,

çiçekleri kurtlardan arındırıyorum

çürümüş taç yapraklarından, ve ağacın çevresindeki otları

arındırıyorum çöplerden… (...)

*Jose Marti'nin bir kitabı.



--
            بِسْــــــــــــــــــــــمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِي  

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home


Komik Videolar   islam  şarkı sözleri  yemek tarifleri  gelibolu  huzur   sağlık