sg

Cuma, Eylül 29, 2006

[Kayzer.Net] Fwd: Okumamak psikolojiyi bozuyor









 

Okumamak psikolojiyi bozuyor

Okumamanın, yazmamanın, güzel ve etkili konuşamamanın sağlığımıza bir etkisi var mı? Bilim var diyor. Okumamak, beyinde yıkıma yol açıyor.. İşte okumanın tıbbi faydaları

14 Eylül 2006 14:28

Yazı boyutunu büyütmek için            

Mustafa Yürekli nörolojinin ve psikiyatrinin verilerinden yola çıkarak okumamanın beyin ve insan psikolojisi üzerindeki etkilerini yorumluyor..

Okumak, yazmak, konuşmak ve dinlemek, günlük hayatta başvurduğumuz eylemler. Bu eylemler sırasında algılama, anlamlandırma, tanımlama, yorumlama ve düşünme gibi pek çok zihinsel etkinliklerde de buluyoruz. Böylesine hayati önemi olan bu dört işlemi (okumak, yazmak, konuşmak ve dinlemek) yapmanın ya da yapmamanın doğurduğu sonuçlar neler? Bu soru önemli.

Çünkü daha çok seyreden ve dinleyen insanlar haline getirildik. Bir vatandaş olarak kendimizi çeşitli zeminlerde iyi ifade ettiğimizi ise söylememiz mümkün değil.Okumuyoruz artık; yayınevleri kitapları çok az basıyor, hatta şiir kitabı, edebiyat kitapları basmıyor. Mektup yazmıyoruz. Bir dilekçe bile yazmaktan aciziz.

PSİKİYATRİ VE NÖROLOJİ UYARIYOR

İki doktorun, psikiyatrist Dr.Hamdi Kalyoncu ile nörolog Dr.Fikriye Ovak'ın 'okuma'nın önemi ve insan psikolojisi ve beyni üzerindeki olağanüstü etkilerini anlatmak için birlikte hazırladıkları Okuma Psikolojisi isimli kitap, kitap okumanın insan için ne kadar hayati önem taşıdığını ortaya koyuyor: "Bilimsel çalışmalar, insan beyninin okumayla korunduğunu gösteriyor: Okumayla, beyin kan akımı, beyin elektrik aktivitesi ve metabolizmasında büyük artışlar görülüyor." diye ifade edilmiş hareket noktası.  Okuma eyleminin insan beyni üzerindeki doğrudan etkisinin tespit edilmiş olması sizce de ilginç değil mi?

Daha da ilginci, beynimizdeki sinir hücrelerinin ölümü bunama noktasına kadar varıyor da pek çok insanın beynindeki bu hayati ve çok ciddi soruna yeterince duyarlılık gösterdiği söylenemiyor: "20 yaşından itibaren herkesin beyninde her gün 50 bin civarında sinir hücresi ölür, ancak yerlerine yenileri gelmez. Vücudun, ölünce yenilenmeyen tek hücresidir sinir hücresi .. Bu ölümler, başka bazı faktörlerle de artarsa kaçınılmaz olarak  az veya çok bunama ortaya çıkar." Meğer okumamak bir insanın kendine yapacağı en büyük kötülükmüş de haberimiz yokmuş.

Oysa okumak, beyindeki sinir hücrelerini koruyormuş ve ölümlerini durduruyormuş: "Okumayan kişi, 20'li yaşlardan itibaren sürekli ölen sinir hücreleri ile bunamaya doğru yol alır. Düzenli okuyan kimseler ise, başka bir organik sebeb yoksa bundan kurtulma şansını elde eder. Çünkü okumak beyin hücrelerini korur." Okumak, beyni koruyormuş yani.

Hemen burada, insan için 'okuma'nın ve 'düşünme' nin en üst iki zihinsel eylem olduğunu hatırlamakta yarar var. Okuma Psikolojisi'nin daha ilk yazısında, okuma olmadan insanın akli melekelerinin yeterince görev yapmadığına ve okumanın insan beyni, psikolojisi ve davranışları açısından son derece önemli olduğuna vurgu yapılıyor.

ZİHİNSEL MELEKELER VE İŞLEVLERİ

İnsanın zihinsel işlemlerinde, beyin, akıl ve bilgi arasındaki ilişki hemen dikkatleri üzerinde topluyor. Dolayısıyla bize Okuma Psikolojisi öncelikle bilgiden yararlanmak için  gerekli melekelere, bu melekelerin her birinin işlevine ve aralarındaki ilişkiye, yani zihinsel faaliyetlere şöyle bir bakma fırsatı veriyor. Dr.Kriton Dinçmen'in Psikiyatri (İstanbul, Atlas Kitabevi Yayınları, 1969) kitabından alıntı yapılan bir bölüm var ki üzerinde durmadan geçemeyeceğim.

İşte sözkonusu bölümde ele alınan zihinsel melekeler ve temel işlevleri:

1.Oryantasyon: Kişinin kendisi ve çevresine ilişkin bilgi sahibi olması, zaman ve mekan hususunda bilinçli bulunması. Kişi, kim olduğunu, ancak kendi varlığını, zamanı ve mekanı bilerek belirleyebilir, diyebiliriz.

2.İdrak: Beş duyuya çarpan uyaranların (algıların, bilgilerin) doğru olarak algılanması, hissedilmesi, kavranması ve benliğe mal edilmesidir.

3.Hafıza:  Önceden öğrenilen, şahit olup idrak edilen ve beyinde saklanan bilgilerin istenilince yeniden hatıra getirilmesidir..

4.Dikkat:  Kişinin kendisinde ve çevresinde olup biten hadise ve değişikliklerin farkına varması ve istediği takdirde belli bir işe kendisini yoğunlaştırabilmesidir.

5. Muhakeme:  "Kişinin kendisinde ve çevresinde cereyan eden hadiseleri akl-ı selimin süzgecinden geçirerek, onlardan doğru neticeler çıkarmasıdır. 

6. Duygulanım: Kişinin kendisinde ve çevresinde vuku bulan hadiselerle ilgilenip onlardan haberdar olmasıyla bunların bazıları karşısında neşelenmesi, bazıları karşısında da üzülmesi ve hiddetlenmesidir.

7. İrade : İsteyerek bir şeyi düşünmek, bir hareketi yapmak, bir sözü kullanmak veya arzu etmediği takdirde de bir düşünceyi aklından uzaklaştırması, muayyen bir hareketi yapmamasıdır.

8.Zeka: Önceden elde edilmiş bilgi ve tecrübelerden istifade ederek bugünkü hayat meselelerini çözmek ve hayat şartlarına uyum kabiliyeti olarak tanımlanabilir.

Görüldüğü gibi insanın akli bütünlüğünü oluşturan bu melekelerin hemen hepsi de doğrudan ya da dolaylı olarak bilgiyle ilgili. Dolayısıyla insan, bilgiye muhtaç yaratılmış. Bilgi, insanın asla ihmal edemeyeceği bir ihtiyaç. Hatta bilgiden uzakta, bilgisiz 'insan olarak kalma' şansımız bile yok.

BEYİN BİLGİ İLİŞKİSİ

Okuma Psikolojisi'nde insan beynin nöron denilen sinir hücrelerinden oluşan harikulade yapısıyla müthiş bir organ olduğuna sık sık vurgu yapılıyor ve "Beyinde çeşitli yapı ve işlevlerde toplam 180 milyar hücrenin 60 milyar kadarı doğrudan doğruya bilgi işlemleri için görev yapar." bilgisi veriliyor. Beyindeki sinir hücrelerinin üçte biri bilgiyle ilgili yani.

Vücuttaki bir çok organ, anne karnında son şeklini almış olmasına rağmen beyinin organik ve fonksiyonel gelişimi doğumdan sonra da devam ediyor. Buna bağlı olarak da zeka hızlı bir gelişme gösteriyor. "Bu hızlı gelişme 13-15 yaşına gelinceye kadar aynı şekilde sürer. 18 yaşına kadar zeka gelişimi yavaş da olsa sürer. Bu yaştan sonra ise 20'li yaşların başına kadar aynı kalır. 20-25 yaşlarından sonra da siniri hücrelerin her gün bir mitar ölerek kaybıyla birlikte zekada da gerileme başlar." deniliyor kitapta.

Prof.Dr.Ayhan Songar Psikiyatri (s.324)isimli eserinde  "Kişi 80 yaşına gelmiş ve hala bunamamışsa zeka yaşı 12 yaşındaki seviyeye inmiştir.Yetişkin ve yaşlı insan, aradaki bu açığı tecrübe ve bilgisiyle kapatır." diyor, uyarırcasına. Eğer erken bunama sözkonusu olursa, zeka seviyesinin erken yaşlarda çok daha aşağılara inmesi kaçınılmaz hale geliyormuş.

Normal şartlarda hemen her insanda 20 yaştan sonra sinir hücresi kaybı başlıyor. Günde ortalama 50 bin sinir hücresi yok oluyor.Bu kayıp yaş ilerledikçe artıyor . Okuma Psikolojisi'nde "60 yaşlarından sonra günde tahminen 100 bin sinir hücresi ölür.Buna bağlı olarak da beynin ağırlığı azalır." deniyor.

İnsan dünyaya 350 gramlık bir beyinle geliyor.  20 yaşına girdiğimizde, beynin ağırlığı 1400 grama ulaşıyor. Ne var ki "90 yaşında 1000 grama kadar iner.Böylece beyin ağırlığı 65 yaşta yüzde 5, 75-80 yaşata yüzde 10, 85 yaştan sonra yüzde 20 azalır. Beyin kabuğunun hücrelerinin azalması40 yaştan sonra görülmeye başladığı, girintili çıkıntılı olarak görülen beynin dış kısımlarında daralma ve sinir hücrelerinin azalması sonucu beyin içinde beyin omirilik suyunun dolaştığı kanallardagenişlemenin 40-50 yaşlarında belirginleştiği görülmüştür. İleri yaşlarda beyin ağırlığının yüzde 15 azalmakta, sinir lifleri sayısında yüzde 40, sinir iletim hızında ise yüzde 10 azalma olmaktadır.Bunun yanında ve bunlara bağlı olarak motor aktivitede, bütün duyuların algılanmasında ve mental fonksiyonlarda da belirgin azalma olmaktadır.

Biyokimyasal olarak da intrasellüler (hücre içi) enzimlerde ve nörotransmitterlerde (hücreler arası haberleşmeyi sağlayan maddelerde) değişiklikler olmakta, kan akımında azalma, beynin oksije ve glikoz metabolizmasında da azalmayı birlikte getirmekte, oksijen ve glikoz kullanımıyla ilgili problemler ortaya çıkmaktadır. Beyin elektriksel aktivitesi de yaşlanmayla yavaşlamaktadır." deniyor. (s.106-107)

KULLANMA BEYNİ KORUYOR

Beyin kullanıldıkça gelişiyor ve korunuyor. Kullanılmadığı oranda da hem kendini meydana getiren hücreleri hem de işlevlerini kaybediyor.

Bundan en çok etkilenen de şuurlu faaliyetlerimizin merkezi durumunda bulunan üst beyin (korteks) denen kısım oluyor.

Zamanla beynin bu korteks denilen bu alanında başlangıçta varolan nöronların yüzde 50'si veya daha fazlası yok oluyor: "Hayatın ilk haftaları,ilk ayları ve hatta ilk yılı içinde beynin bir çok bölümü aşırı sayıda nöron üretir ve bunların aksonları da başka nöronlara bağlanmak üzere pek çok dala ayrılır.

Eğer bu yeni sinir hücreleri, uygun başka neronlarla, kas hücreleri ile veya salgı hücreleri ile bağlantı kuramazlarsa birkaç hafta içinde yok olur giderler.Bir bebeğin doğumundan kısa bir süre sonra beynin çeşitli bölgelerindeki nöronların nihai sayısı ve bağlantıları 'ya kullan, ya kaybet' ilkesine göre belirlenir.

Bir örnek vermek gerekirse, yeni doğan bir hayvanın bir gözü birkaç hafta boyu kapalı tutulursa görsel korteksteki hücre katmanlarıdejenere olur ve o göz hayat boyunca ya kısmen ya da tamamen kör olur. Normal gelişmesine ulaşan, kısaca beyin dediğimiz sinir sistemimiz kullanıldığı takdirde diri kalır." (s.108)

Kullanma beyni koruyor. Okuma ve öğrenme ise sinir sistemini en geniş çapta çalıştıran ve koruyan bir eylem olarak karşımıza çıkıyor.

Bu bağlamda eğitim, beynin bir amaca yönelik olarak planlı ve yeniden şekillendirilmesi işlemi olarak ortaya çıkıyor. Eğitim düzeyinin beyin işlevlerinin gelişmesindeki etkisi açık.

OKUMANIN BEYNE ETKİSİ

Okuma eyleminin beynin kan akımı üzerindeki olumlu etkileri, beyin dokusu için yeri başka bir şeyle doldurulamayacak derecede önem arz ediyor. Bu gerçek, ileri görüntüleme metotlarıyla da ispat edilmiş: "Beyin kabuğunda birbirinden ayrı 250 kadar segmentte, aynı anda kan akımı kayıt eden bir yöntemde, 'radyoaktif ksenon' maddesi 'karotis' atar damarı içine enjekte edilir. Daha sonra her beyin kabuğu bölgesinin radyoaktivitesi  kaydedilir. Bu teknikle yerel nöronal aktivitedeki değişimlere cevap olarak beynin her segmentinde kan akımının saniyeler içinde değiştiği saptanır. Kitap okuma sırasında oksipital kortekste ve temporal korteksin lisan algılama alanlarında kan akımının arttığı tespit edilmiştir."

Bilim, okumanın beyini etkilerini keşif için büyük çaba sarfediyor. Gün geçmiyor ki okumanın beyine ve psikolojiye olumlu etkisi keşfedilmemiş olsun: "Beyindeki kan akımı ve glikoz metabolizmasını gösteren bir yöntem olarak PET Yöntemi'yle de bu durum ispat edilmiştir. Okuma, konuşma ve düşünmeyi içeren mental aktivitenin eşlik ettiği serebral kan akımı ve glikoz metabolizmasındaki lokal değişiklikleri gösteren bu yöntemde; okurken, başın arka kısmında (oxipitalde) bir alan, düşünürken ön frontal kısımda, aktif konuşma esnasında ise orta kısımda bir alanda artış olduğu tespit edilmiştir.

Her düşünce, 'beyin kabuğu'nun bir çok bölümünde talamusta, limbik sistemde ve beyin sapının retiküler formasyonunda eşzamanlı sinyaller oluşmasına yol açar." (s.109)

 
Düşünce dediğimiz şeyin, sinir sisteminin, başta Serebral Korteks olmak üzere Talamus, Limbik sistem ve beyin sapındaki yukarı retiküler formasyonu da içine alan bir çok bölümünün aynı anda ve belirli bir sıra içinde uyarmasının sonucu olduğu biliniyor artık.Buna düşünmenin bütüncül kuramı 'Bolistik Teori' deniyor: "Doğumdan itibaren beynin karşılaştığı uyaranların çeşitli ve zengin olması, bu uyaranların eğitimle sürekli ve sitmeli hale getirilmesi ve bütün bunların yaşam süresince devamı, beyni yaşlılığın getireceği fonksiyon kayıplarına karşı dayanıklı ve güçlü kılmaktadır. Bir başka ifadeyle beynin temel görevlerine ek olarak, bilmeyle, öğrenmeyle ve yapmayla ilgili fonksiyonları ne denli geliştirilirse, beyin de o ölçüde etkili kullanılır." (s.110)

Okuma, anlama ve düşünm beyin üzerinde meydana getirdiği etki, sinir ve akıl sağlığı için asla yeri doldurulamaz ve vazgeçilmez bir faaliyettir.

BUNAMAYA KARŞI OKUMAK

Yaşlılık, bir sosyal olay. Bu nedenle yaşlılığın başlangıç çizgisi toplumdan topluma değişiyor. Araştırmalar, 50 yaş ve daha sonrası için zihni fonksiyonların önemli derecede azaldığını gösteriyor. Dolayısıyla yaşlılık sınırı, bazı toplumlarda 50, bazılarında 60 ve bazı toplumlarda da 80-90 yaş olarak belirleniyor. Tıp camiası genel olarak 50-65 yaş arasında kognitif (zihni) fonksiyonların hızlı değişimini göz önüne alarak 65 yaşı yaşlanma için kabul edilebilir sınır olarak belirliyor.

Yaşın ilerlemesiyle insanda hem fiziksel olarak hem de sinir sisteminde dönüşü olmayan değişiklikler meydana geliyor. Yaşlılıkta zihni melekeler zayıflamakta ve işlevlerinde gerilemeler gözlemlenmektedir. Örneğin hafıza, daha genç yaş gruplarına oranla zayıflamaktadır: "Kopleks materyalin hatırlanmasında, benzer bilgilerden yararlanarak hatırlamada ve şekil belleğinde etkilenmeler görülmektedir. Dikkat ve kişinin kendini, bulunduğu yeri ve zamanı bilmesi anlamında olan oryantasyon'da zayıflama meydana geliyor. Hafıza bozukluğu, öğrenim durumuyla yakın ilişki gösteriyor ve eğitim süresi arttıkça bu fonksiyonların daha az etkilendiği görülüyor. Dolayısıyla düşük seviyeli eğitim ve meslekler kognitif (zihni) bozulmaların ortaya çıkması açısından risk faktörü oluşturuyor."

Okuma ve eğitimin 'beşikten mezara kadar' ilkesi ile ömür sürdürülmesi gerektiği apaçık ortada. Lise veya üniversite seviyesinde bir okul bitirip de eğitimini bu seviyede dondurmuş ve okul yıllarından sonra bir daha kitap almamış 'okumuş' insanların sayısı maalesef zannedildiğinin çok üzerindedir .. Oysa okumamakta direnenleri orta yaştan sonra bekleyen tehlike 'demans', yani 'bunama'dır.

Beynin kullanılmaması sonucu, kaçınılması çok zor olan bunamanın bazı hallerde daha erken gelişmesi de mümkün. Bir takım faktörler, günlük sinir hücresi ölümünü 50, 60 binden birkaç milyona kadar çıkararak bunama tehlikesini daha da öne çeker.

Sinir hücrelerinin aşırı derecede kayıbı sonucu beyin doksunun azalmasına sebep olan faktörleri kısaca şöyle sıralayabiliriz: "Sigara, alkol, esrar, eroin gibi uyuşturucu maddeler ve kronik zehirlenmeler. Alzheimer, parkinson, epilepsi gibi beynin dejeneratif hastalıkları. Kafa travmaları. Endokrin hastalıkları, diyabet ve üremi gibi metabolik hastalıklar.. Uzun süreli stres ve aşırı ruhsal yüklenmeler. Gece hayatı gibi düzensiz yaşam, yorucu hayat şartları. Hava kirliliği, kosijensiz ortamlarda yaşama. Beyni etkileyen enfeksiyon hastalıkları. Gebelikte annenin kullandığı alkol, sigara ve bazı ilaçlar. Beslenme bozuklukları ve şişmanlık. Dikkat edilirse bu faktörler içinde kişiyi uzun süreli etkileyen ve en yaygın olan sigara ve alkoldür. Bu etkenlere maruz kalan kimselerde sinir hücresi kayıpları kat kat artar; beyinden her gün birkaç milyon sinir hücresi ölerek eksilir." (s.122)

Her insan 20 yaşından itibaren günlük 50 binlerin üzerindeki sinir hücresi kayıpların önüne geçmek ya da sinir hücrelerinin ölümünü azaltmak ancak okumakla mümkündür. 'Oku' emriyle indirilmeye başlanan Kur'an-ı Kerim'in şifa oluş mucizesinin ilk tecellisi de bu olsa gerek.

İBADETLERİN VE DUANIN BEYNE ETKİSİ

Din bu ciddi sorunu karşısında insana destek veriyor: Kanada'da yapılan bir araştırmaya göre, ibadetlerde ve duada (dini meditasyon sırasında) bazı bilim adamlarının savunduğu gibi beynin sadece bir kısmının değil, birçok bölgesinin harekete geçtiği belirlendi.

Montreal Üniversitesi

 

 


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/KayzerNet adresinde bu
grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home


Komik Videolar   islam  şarkı sözleri  yemek tarifleri  gelibolu  huzur   sağlık