[Kayzer.Net] “EBEDİ ŞEF”TEN “MİLLİ ŞEF”E
"EBEDİ ŞEF"TEN "MİLLİ ŞEF"E
Ahmet Cemil Ertunç
Oldukça heyecanlıydı. Cumhurbaşkanı seçilmesi nedeniyle teşekkür konuşması yapmak için çıktığı Meclis kürsüsündeki duruş ve hareketleri, heyecanını olanca biçimiyle açığa vuruyordu. Elbetteki devlet idaresinin en üst kademesine seçilmek kişiyi heyecanlandıracaktır. Bu açıdan heyecanı normal karşılanabilirdi. Üstelik o, daha beş-on gün öncesine kadar muhtemel cumhurbaşkanı adayları arasında ismi en az işitilenlerden birisiydi. Arada bir ismi duyulduğunda, onun cumhurbaşkanı olamayacağını söyleyenlerin sesi daha gür çıkıyor ve bu durum ' Ebedi şef'in son kararlarından birisi olarak ifade ediliyordu. 'Ebedi şef'in onu değil, cumhurbaşkanı adayı olarak başkalarını işaret ettiğinden bahsediliyordu. Hatta ' Ebedi şef'in, ömrünün son anlarında onu hafızasından tamamen sildiği, zira onun öldüğünü düşündüğü, bu durumun da rüyalarına yansıdığını söyleyenler eksik değildi. Ayrıca ' Ebedi şef' ile çoktandır küslerdi ve bu nedenle de birbirlerine küs gitmişlerdi. Dolayısıyla daha beş-on gün öncesine kadar en azından 'Ebedi şef' adına konuşanlara rağmen cumhurbaşkanı olması mümkün görünmüyordu. Ama yaşanan kısa fakat hareketli süreç hiçte böyle sonuçlanmadı. ' Çılgın gibi yaşanan bir 24 saat' 1 sonrasında kendisini cumhurbaşkanlığı makamında buluverdi. Ve şimdi kurallar gereği Meclis kürsüsünden kendisini seçenlere teşekkür konuşması yapıyordu. Dolayısıyla heyecanlıydı. Ama beden dilinden anlaşıldığı kadarıyla heyecanı sevincinde değil öfkesinden kaynaklanıyordu. Heyecan içerisinde konuşmasını yaparken yüzünde sevincin izleri değil, öfkenin gölgesi vardı. Öfke içerisinde hemen her cümlesinin sonunda yumruğunu göğsüne vuruyor ve bu haliyle de 12 yıl süreyle devam edecek otoriter bir dönemin işaretlerini veriyordu. 10 Kasım'dan 11 Kasım'a uzanan ve bizzat kendi tanımlamasıyla ' çılgın gibi yaşanan bir 24 saat'i konuşması boyunca göğsüne inip kalkan yumruğuyla sonlandırırken ülke yönetiminde sadece kendisinin söz sahibi olacağı bir dönemi de başlatmış oluyordu.
Rakip "Dava"daşlar
1920'lerde ülke yönetiminin değişik kademelerinde yer alan üst sivil ve asker bürokratların tamamı İttihat Terakki kadrolarından gelmeydi. Bu nedenle Cumhuriyetin ilk yıllarındaki iktidar mücadelelerinin köklerini araştırırken İttihat Terakki dönemine uzanan bir geçmişi dikkate almak gerekmektedir. Zira İttihat Terakki içinde kendini her fırsatta açığa vuran kapsamlı ve derinlikli bir iktidar kavgası vardı. Önceleri meşruti sistem içerisinde kimin daha etkili ve yetkili olacağı ekseninde şekillenen iktidar kavgaları, daha sonraları kimin tek egemen olacağına dönüşmüştür. Topluluğun her üyesi, özellikle de önde gelen üyesi, diğer üyeleri sadece "dava"daş olarak değil, daha çok rakip olarak görüyordu. Bu nedenle de ayak-topuk oyunları hiç eksik değildi. Birinci Dünya Savaşını takip eden birkaç yıl süresince, ülkenin geriye kalan son toprak parçasındaki işgali sonlandırma çabaları sırasında söz konusu kişisel iktidar mücadeleleri biraz geri plana itilmiş olsa bile, esasen hiç bir zaman sona ermemişti. Anadolu'nun işgalden kurtarılmasını takiben, fiili veya potansiyel rakipleri temizleme ve saf dışı etme mücadelesine girişilmiştir. Bir çoğu Birinci Meclis'te yer alan ve kavgalarını tamamen siyasi arenada veren rakiplerin çoğu, Gümüşhane milletvekili Zeki Bey hariç tamamı Ankara'da belirlenen ve seçim bölgelerinde onaylatılan milletvekillerinden oluşan bir seçim ile devre dışı bırakıldılar. Bu açıdan İkinci Meclis bir kişi hariç tamamı ' seçilmiş' bir meclisti. Ancak buna rağmen hala iktidar mücadelesinde potansiyel rakip sayılabilecek kimseler vardı ve bunlar milletvekili listelerine girerek Meclis'in çatısı altında yer almayı başarmışlardı. Söz konusu potansiyel rakiplerin büyük çoğunluğu İzmir Suikastı bahane edilerek ya idam edilerek yada bürokrasinin her kademesinde uzaklaştırılarak saf dışı edildiler. Artık ülke ' sofra'dan bile idare edilebilirdi. Nasıl olsa potansiyel rakipler bile temizlenmişti.
'Ebedi Şef'in Büyük Yanılgısı
'Ebedi şef' geleceğin 'Milli şef'i İsmet Paşa'yı heyet başkanı olarak Lozan'a gönderirken önemli bir tercihte bulunmuştu. Her ikisi de İttihat Terakki kadrolarından gelmeydiler. Mustafa Kemal söz konusu kadronun önemli temsilcilerindendi. Yıldızı çok erken parlamış, 1908'de İstanbul'a gelen ve yönetime el koyan Harekat Ordusunun komuta heyetinde yer almıştı. Ancak İsmet Paşa bugün bilinen ve bilinmeyen bir çok sebepten dolayı hiçbir zaman İttihat Terakki kadrolarının önemli üyelerinden birisi olmayı başaramamıştı. Askeri başarıları da yoktu. Hatta, sonradan bir şatafatlı bir zafer hikayesiyle süslenen İnönü'deki çatışmalarda ciddi komuta yanlışları yaparak, askeri açıdan yetersizliğini ortaya koymuştu. İnönü'deki büyük yanlışların edeniyle orduya ve halka büyük korkular yaşattığı için, olup-biteni yakından bilen Birinci Meclis milletvekilleri tarafından hiç sevilmezdi. Kısacası o İttihat Terakkinin asker üyelerinden sadece birisiydi. Üstelik sağlık sorunları vardı; ileri düzeyde işitme problemi olan birisiydi. Fakat buna rağmen ' Ebedi şef' tarafından Lozan'a giden heyetin başkanı olarak seçildi. Sonra da hep Ebedi Şef'in öncelikli tercihleri arasında yer aldı; başta başbakanlık olmak üzere en önemli işlerin sorumluluklar hep ona havale edildi.
Mustafa Kemal, olumlu tercihlerini hep İsmet İnönü'den yana yaparak, onun gibi birisinin yıldızını neden parlatmıştır? Bu konuda bir çok görüş var. Konuya ilişkin ' neden?' sorularına bir çok farklı cevap verilmiş ve verilmeye de devam ediyor. Ancak önemli olan şurasıdır ki sürecin başlarında irade tamamıyla Mustafa Kemal'deydi; O'nun tercihleri, işaretleri İsmet İnönü'yü şekillendiriyor, yönlendiriyordu. Ancak zamanla bir şeyler değişmeye başladı. İsmet İnönü dönemin tek partisi olan Cumhuriyet Halk Fırkasında ve her zaman ülke yönetiminde bir güç olmayı başarmış ordu içerisinde önemli bir irade haline gelmeyi başardı. Üstelik bunlar üç-beş yıl içerisinde gerçekleşti. Mustafa Kemal, meşhur sofrasında adeta kuşatılıp günlük işlerin dışında tutulurken, sofraya hemen hiç uğramayan İsmet İnönü ise yönetimin her kademesinde bir irade haline geldi. Böylelikle çoğu zaman dolaylı ama güçlü şekilde kendini açığa vuran ve ' çılgın gibi yaşanan bir 24 saat' ile sonlanan bir egemenlik kavgası başlamış oldu. Bu egemenlik kavgasının nasıl bir seyir takip ettiğini anlamak için 10 Kasım'ı dönüm noktası olarak değerlendirmek mümkündür.
10 Kasım Öncesi
'Ebedi Şef' ile geleceğin ' Milli şef'i arasındaki iktidar mücadelesinde Serbest Fırka denemesinin önemli bir yeri vardır. Konuyu iyi anlamak için bu aşamada öncelikle sorulması gereken bir soru vardır. Bu, 'Mustafa Kemal, sponsorluğunu, teorisyenliğini, mimarlığını ve isim babalığını yaptığı ve doğumundan 99 gün sonra kapatılmasını irade ettiği Serbest Fırka denemesine niçin ihtiyaç hissetmişti?' sorusudur. Bu önemli sorunun da verilmiş bir çok cevabı var. Bazı araştırmacıların kanaatine göre, Mustafa Kemal'in güdümlü bir muhalefet partisine ihtiyaç hissetmesinin öncelikli nedeni ' toplumun siyasal eğilimlerinin belirlemek ' arzusudur. Diğer bazılarına göre ise 'dış dünyaya kendimizi beğendirmek' arzusu böylesi bir girişime yol açmıştır. Ancak bir görüş var ki hiçte yabana atılır cinsten değil ve üstelik bu görüş iki ' şef' arasındaki kavganın seyri konusunda bazı önemli tespitlerde bulunmaya imkan sağlar niteliktedir. Buna göre, Mustafa Kemal parti ve orduda bizzat kendisini de aşacak kadar önemli bir irade haline gelme çabası içerisinde olan İsmet İnönü'ye tek iradenin hâlâ kendisi olduğunu göstermek istemiştir. Bu amaçla da Serbest Fırka gibi güdümlü bir muhalefetin oluşumuna imkan sağlamıştır. Böylelikle Serbest Fırka üzerinden kendisine muhalefetin nelere neden olacağını açığa çıkaracak ve gereken yerlere gereken gözdağını vermiş olacaktır 2. Çünkü halkın tamamıyla kendisine bağlı olduğuna, kendisine rağmen hiç kimseye destek vermeyeceğine inanmaktadır. Fakat Serbest Fırkanın daha ilk mitinginde yaşananlar bütün planları alt-üst eder. Mustafa Kemal'e ' muhalefet' ettikleri için halk tarafından linç edilme korkusuyla İzmir'e giden Serbest Fırka yöneticileri Konak meydanında toplanmış yaklaşık 50 bin kişilik kitlenin coşkulu karşılamasıyla düşündüklerinin yanlış olduğunu görürler. Halk daha ilk günde ' muhalefeti' bağrına basar. İzmir'deki miting alanında yaşanan bir üzücü gelişme ise yaşanan Türkiye gerçeğini bütün çıplaklığıyla gözler önüne serer. Halk ile polis arasında gerçekleşen itiş-kakış sırasında 12-14 yaşlarında bir çocuk sıkışarak ölür. Bu üzücü durumu takiben hiç beklenmedik bir olay yaşanır. Yaslı baba, ölen çocuğunu kucağına alıp Fethi Bey'in ayakları dibine bırakır. Bu sırada dudaklarından dökülen sözler ise güdümlü bile olsa ' muhalefetin' halkın düşüncesindeki ve duygularındaki karşılığını ifade eder niteliktedir. Yaslı babanın ağzından dökülen sözler 'İşte size bir kurban! Başkalarını da veririz! Kurtar bizi kurtar ' 3 yalvarışını dile getirmektedir. Kısa süre sonra gerçekleşen yerel seçimlerde ise, Halk Fırkası taraftarı sivil ve asker bürokratların tüm engellemelerine ve tehditlerine rağmen Serbest Fırka adayları bir çok yerde seçimi kazanırlar. Göründüğü kadarıyla güdümlü muhalefetin şahsında ülke yönetiminde irade el değiştirmek üzeredir. Bu açıdan söz konusu ' problemin' bir an önce çözülmesi gerekmektedir. Ve problem doğrudan 'Ebedi şef'i ilgilendirmektedir; plan tersine dönmüştür. ' Ebedi şef' geleceğin 'Milli şef'ini köşke çağırır ve problemi çözmesini ister. İsmet İnönü ' Ebedi şef'le görüşmesinin bir kısmını şöyle anlatmaktadır: ' Köşkten çıkarken Atatürk otomobile kadar geldi. 'Yahu hiç aldırmıyorsun' dedi. 'Ne var' dedim, 'Yanıyoruz' dedi. 'Yok canım' dedim. 'Mübalağa ediyorsunuz' dedim. Böyle ayrıldım. Atatürk bu haldeydi. Sonra bir gün gene sabahleyin gittim. Yeni uyanmıştı. Oturduk, konuşmaya başladık. 'Bana bak karışmıyorsun, ama bir şey söyleyeyim sana' dedi. 'Yeniden başlayacağız bilesin, her şey bitti, yeniden başlayacağız biz bu işe' dedi. 'Gözün tutuyor mu, var mısın, yeniden başlayacağız' dedi '4.
Eğer Serbest Fırkanın şahsında güdümlü muhalefete ihtiyaç edilmesiyle ilgili görüş doğruysa, Serbest Fırka denemesi süreci planlananın tam tersi bir sonuca yol açmış ve İsmet İnönü'yü daha güçlü hale gelmiştir. Takip eden yıllardaki ilişkiler de buna göre şekillenmeye başlamıştır. Artık üstü kısmen örtük bile olsa irade neredeyse tamamen İnönü'dedir. Bu konuda hem sürecin başlangıcında ve hem de takip eden aşamasında İnönü'nün konumunu ortaya koyan şu iki hatıra oldukça önemlidir:
Serbest Fırka'nın kuruluş çalışmalarının yürütüldüğü günlerdir. ' Ebedi şef' ile Serbest Fırka yöneticileri bir araya gelerek muhalefetin niteliği konusunda görüşmeler yapmaya karar verirler. Bu aşamada yaşananlardan birisini Serbest Fırka'nın genel sekreteri Ahmet Ağaoğlu şöyle anlatıyor: 'Akşam saat ona doğru kızım Tezer'le Saraya gittik, aşağıda salonda birkaç hanım ve beylerin beklediklerini gördük!...Yukarıda hususi bir odada, Gazi, İsmet Paşa ve Fethi Beyler müzakere ediyorlardı. Saat tam 12'ye kadar bekledik. Nihayet Gazi ile Fethi Bey indiler ve sofra başına oturdular. Fakat İsmet Paşa yoktu. Gazi, İsmet Paşayı sordu. 'Hava alıyor' dediler. Bir müddet sonra Gazi 'İsmet'i çağırınız' diye emir verdi. Birisi gitti, fakat avdet ederek, 'Ağaçlar arasında dolaşıyor, hava alıyor' dedi. Gazi etrafa bir göz kırptı, dudaklarını müstehziane büktü. Nihayet İsmet Paşa geldi. Rengi kızarmış, yüzünün çizgileri büsbütün kırışmış, çok müteessir görünüyordu. Gazi yine kendisine mahsus bir eda ile etrafa göz kıpırdatmaları salıverdi ve 'sinirlidir' dedi. Ötekiler gülümsediler' 5.
99 gün devam eden süreç sonunda Serbest Fırka'nın kapatılmasına karar verilir. Ancak bu halkın tepkisini çekmeyecek şekilde gerçekleştirilmelidir. Bulunan yönteme göre Parti kendi kendisi feshedecek ve böylelikle problemden kurtulmak mümkün olacaktır. Mustafa Kemal, Fethi Beyden partiyi feshetmeye karar verdiklerini bildirir dilekçeyi yazmasını ister. Fethi Bey dilekçeyi parti yetkilileriyle birlikte kaleme alır ve Mustafa Kemal'e vermek üzere köşke gider. O, görüşme sırasında Mustafa Kemal'in yalnız olacağını sanmaktadır. Gerisini Fethi Bey'den dinleyelim: 'Gazi'nin yanında İsmet Paşa vardı. Bu bulunmanın sadece tesadüf olmadığını söylemek isterim. Bizim hazırladığımız fesih beyânnamesi, Nuri Bey'in el yazısı idi ve şöyleydi: 'Tebellür eden (beliren) son vaziyete göre fırkamız, Büyük Gazi Hazretleri'ne karşı siyasî sahnede mücadele edecek bir mevkiiye getirilmiştir. Fırkamız doğrudan doğruya Gazi hazretlerinin teşvik, ısrar ve tasvibleriyle vücuda gelmiş ve büyük reisimizin her iki fırkaya karşı eşit yardım muamelesine mazhar olacağı teminatını almıştı...' İlk itiraz İsmet Paşa'dan geldi: 'Gazi'nin ısrar, teşvik ve tasviblerinin konulmasına lüzum var mı?' dedi. Hemen şu cevabı verdim: 'Hepsi doğrudur ve yerinde kullanılmıştır. Hakikat budur.' Gazi bir hal sureti bulmak istedi: 'Israr kelimesine kesinlikle lüzum var mı?' 'Israr tabiri de yerindedir. Hatırlarsınız ki çok ısrar ettiniz. Fakat madem ki arzu buyuruluyor bu kelimeyi çıkaralım, fakat teşvik ve tasvib muhakkak kalmalıdır.' İsmet Paşa, yardım kelimesinin de, muhtelif tefsirlere sebep olacağından bahsetti. Kelimeler üzerinde durmak istemiyordum. Gazi'ye baktım, susuyordu, onu da kabul ettim' 6.
Serbest Fırka denemesiyle hepten açığa çıkan iktidar kavgasının birkaç yıl sonra hangi aşamaya ulaştığını anlamak için ' sofra'da yaşananlardan şu ikisini hatırlamak yararlı olacaktır:
Mustafa Kemal bir bira fabrikası kurulmasını arzuluyor fakat İsmet İnönü ekonomik açıdan kârlı bulmadığı bu girişimi uygulamaya koymuyordu. Ama bu sırada Mustafa Kemal isteğinin uygulamaya konulduğunu ve fabrikanın kuruluş çalışmalarının yürütüldüğünü düşünmektedir. Bir gün Hasan Rıza Soyak'dan fabrikanın durumunun ne olduğunu sorar. Soyak, yapılan çalışmaları ve bu konuda Başbakan İnönü'nün tereddütlerini anlatınca, durumun hiç de düşündüğü gibi olmadığını anlar. İsteğinin yerine getirilmemiş olmasına çok sinirlenerek ' Başvekil Paşa'ya haber ver, bu akşam Bakanlar Kurulu olarak Çankaya'da toplanalım. Orada işin aslını öğreniriz' der. Durum İsmet İnönü'ye bildirilir. İnönü Çankaya'ya çıkmadan önce Anadolu Kulübü'ne uğrayarak bir miktar içer. Çankaya'ya geldiğinde, başta Mustafa Kemal olmak üzere herkesin kendisini beklendiğini görür; çok geç kalmıştır. Öfkelenmiş olan ' Ebedi şef' konuşmaya başlar, ancak doğrudan konuya girmez. Önce Ziraat Bakanı Ziya Kesebir'e dönerek, Atatürk Orman Çiftliği'ndeki ağaçların neden bakımsız olduğunu sorar. Amacı dolaylı yollardan asıl konuya gelmektir. Kesebir tam bir şeyler söylemeye hazırlanırken İnönü'nün sesi duyulur: ' Sebebini adamlarınızdan sorunuz!' Salonda buz gibi bir hava eser. Mustafa Kemal, hayretle önce İnönü'nün yüzüne bakar, sonra Kazım Özalp'e dönerek İnönü'nün işitemeyeceği bir sesle: 'Ne oldu buna? İçmiş mi yoksa?' diye sorar. Bu sırada İnönü konuşmaya devam etmektedir. Mustafa Kemal daha da şaşırır. Bu çıkışı hiç beklememektedir. Bir süre İnönü'ye baktıktan sonra ortaya dönerek ' Efendiler, anlaşılıyor ki bugün görüşme yapamayacağız. Siz rahatınıza bakın, ben biraz dinleneceğim ' diyerek sofradan kalkar ve odadan ayrılır. Her ne kadar sofradan sakin ayrılmışsa da aslında çok sinirlidir. O sinirle köşkün kütüphanesine kapanır. Bir süre sonra Salih Bozak ile Kılıç Ali'yi çağırtarak onlarla konuşma ihtiyacı hisseder. Kılıç Ali'ye ' Ne oluyor İsmet'e böyle? Kendisiyle rahatsız olmadan iki çift laf konuşamayacak mıyız?' der. Karşısındakiler susar hiçbir şey demezler. Mustafa Kemal bir süre daha öfke içerisinde söylenir. Kılıç Ali, ' Ebedi Şef'ini yatıştırmak için bir şeyler söyleme ihtiyacı hisseder: 'Paşam! Size karşı kuvvet gösterisi yapmak İsmet Paşa'nın haddine mi düşmüş. Anadolu Kulübü'nde iki kadeh parlatmış, gelip size caka satmış, hepsi bundan ibaret.' Mustafa Kemal biraz teskin olmuştur: 'Haa, desene sarhoş!' Ancak biraz durur ve düşünür ve 'Ama herhalde böyle konuşmak için sarhoş olmuştur. Demek ki, niyeti çıkış yapmakmış!' der.
İki 'şef' arasındaki iktidar kavgasının önemli olaylarından ikincisi ise şöyledir: Geleceğin ' Milli şef'inin sofrada olduğu bir gün Mustafa Kemal kadehini kaldırarak ' Bir lokma ekmek yiyor, bir kadeh rakımı şuracıkta rahat içiyorsam, bunu İsmet'in sayesinde yapabiliyorum!' der. Niçin böyle bir şey söyleme ihtiyacı hissetmiştir? Konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunanların çoğuna göre, bu sözler irade haline gelmiş bulunan İnönü'ye karşı dile getirilmek zorunda kalınmış, gönül alıcı sözlerinden başkası değildir. Diğer bazılarına göre ise gizli bir şekilde İnönü'yü alaya almak için söylenmiş sözlerdir. Bu ikinci görüş sofranın müdavimlerinden Kılıç Ali'ye aittir. Kılıç Ali görüşünün doğruluk delili olarak Mustafa Kemal'in bu sözü ettikten sonra karşısında oturanlara göz kırptığını belirtmektedir. Yani ' İsmet'in böyle kendini bir halt sanmasıyla dalga geçmiştir'7 . Böyle bile olsa perdenin gerisinde ciddi boyutlara varmış bir egemenlik kavgası yürütüldüğü açıkça ortadadır ve bu ' Ebedi şef'in ancak kelime oyunlarıyla dile getirebildiği kaybedilmiş bir kavgadır.
'Çılgın Gibi Bir 24 Saat'
İkili arasındaki ilişkiler on yılı aşkın süredir hep çatışmalı ve çetrefilli yürümüştü. Çatışmalar kendisini en masumane şekliyle politik kararlarda açığa vuruyordu. Örneğin Mustafa Kemal ' imkanlar dahilinde' bazı liberal açılımlar isterken, İsmet İnönü 'karma ekonomi'ye kayan daha katı, daha devletçi bir tutumu savunuyordu. Mustafa Kemal, Orman Çiftliğinde bir bira fabrikası kurmayı çok önemserken, İsmet İnönü böylesi bir girişimi ekonomik açıdan yararlı bulmuyordu. Mustafa Kemal sofradaki arkadaşlarını dikkatle dinleyip yönetimle ilgili kararlarını sofrada verirken, İsmet İnönü ülkenin bu şekilde sofradan idare edilmesine karşı çıkıyordu. Tüm bunların ötesinde ve daha derinlerde ne tür sebeplerle ilişkileri hep çatışmalı ve çetrefildi, bunu bilmek zor. Ancak bilinen bir şey varsa yaklaşık 1925-26'lardan sonra hiçbir zaman birbirleriyle tam bir anlaşma içerisinde olmadıklarıdır. Aralarındaki hep bir iktidar kavgasının bulunduğudur. Bazen küs, bazen barışık bir şekilde işleri yürütmeye çalışmışlardır. Ancak 1937'nin Eylül'ünde ise ipler tamamıyla kopmuştur.
1937 Eylül'ünde Dolmabahçe'de Dil Kurultayı vardı. Celal Bayar hiçbir şeyden habersiz Dolmabahçe Sarayına gitti. Amacı ' Ebedi şef'e 'hoş geldiniz ' demekti. Salona girer girmez Mustafa Kemal'in çevresindekilere dönerek 'İşte kendisi geldi. Vazifeyi tevdi edelim, alıp yürütsün' dediğini ve sözlerini ' Başvekilsiniz Celal Bey. Tebrik ederim, başarılar dilerim' dediğini işitti. Bu Celal Bayar için olduğu kadar, o sıralar başbakan olan İsmet İnönü için de sürpriz bir karardı. Ani bir kararla birisi başbakanlıktan uzaklaştırılıyor, diğeri başbakan yapılıyordu. İkisine de daha önce hiçbir şey söylenmemiş, bildirilmemişti. İsmet İnönü bu kararı bir türlü içine sindiremedi. İki ' şef' arasındaki iplerin koptuğu an da bu an oldu. Ertesi günü, 21 Eylül 1937 tarihli gazetelerdeki haber şöyleydi: 'Başvekil İsmet İnönü'nün talep ve ricası üzerine, Reisicumhur tarafından kendisine bir buçuk ay istirahat için mezuniyet verilmiş ve Başvekil vekaletine (Başbakanlığa) İktisad Vekili Celal Bayar tayin olunmuştur '. Fahrettin Altay, anılarında, Mustafa Kemal'in İsmet Paşa kaynaklı bir 'oldu-bitti'den çekindiği, İnönü'nün hislerine kapılıp orduyu bir ' macera'ya sürüklemesinden korktuğunu bu nedenle başbakanlıktan uzaklaştırdığını yazmaktadır. ' Korkusu' ileri düzeye vardığı için de o sırada Trakya'da manevralara katılan Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ı Dolmabahçe'ye çağırmış ve ona İnönü'yü görevden alacağını bildirip, ' Ordu'nun buna reaksiyonu ne olur' diye nabız yoklamıştı.
İki 'şef' arasındaki ipler koptuktan kısa süre sonra ' Ebedi şef' hastalandı. 1938 yılının yaz aylarına kadar kamuoyundan gizlenen ölümcül hastalık, sonbahara doğru iyice ağırlaştı. Bu arada İsmet İnönü yerinde rahat durmuyor, çevresindeki herkese şikayetini dile getiriyor, Mustafa Kemal aleyhinde atıp tutuyordu. Onun bu konuşma ve yakınmaları Mustafa Kemal'in yakın çevresince yakından takip ediliyor ve işittiklerinden dolayı çok rahatsız oluyorlardı. Hatta ' Atatürk'ün silahşoru' olarak ün yapmış Recep Zühtü, artık canına tak ettiğini, İsmet İnönü'yü vuracağını söyler olmuştu. Mustafa Kemal'in yakın arkadaşı ve eski yaveri Salih Bozok'un gazeteci Asım Us'a anlattığına göre, Mustafa Kemal ise rüyasında İsmet İnönü'nün öldürüldüğünü görmüştü. Bazı araştırmacılara göre Mustafa Kemal bu rüyasını gerçek sandığı için ömrünün son anlarında İsmet İnönü'nün ' öldürüldüğüne' inanmıştı. Bu, söz konusu rüya nedeniyle sahip olduğu bir zihinsel aldanma mıydı yoksa öyle olmasını düşündüğü için mi söz konusu rüyayı görmüştü; bilinmez. Tarihler 10 Kasım'a yakın günleri gösterdiği günlerde İsmet İnönü'nün ismi ' Ebedi Şef' sonrasının cumhurbaşkanı adayları arasında hemen hiç geçmiyordu; özellikle de karar merci konumunda görünen 'sofra'nın müdavimleri arasında. Söz konusu çevrede ' Ebedi şef' sonrası için ismi geçenler arasında Celal Bayar ile Fethi Okyar vardı. Meclis Başkanı Abdülhalik Renda ile Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın isminin işitildiği de oluyordu. İlginçtir, tüm bunlar olurken kendisini yönetim işlerinin önemli ve hatta tek karar merci olarak görme geleneğine sahip ordudan bir ses çıkmıyordu. Ama aslında gerçek hiçte öyle değildi. Ordu içten içe kaynıyor ve gerçek iradenin kendisinde olduğunu göstermenin fırsatını bulmuşken bunu bir kez daha göstermek istiyordu. Tercih İnönü'den yanaydı. Zira İnönü'nün genç subaylar arasında önemli bir taraftar kitlesi vardı. Mustafa Kemal'in ağır hasta olduğu ve hükümetin hastalıkla ilgili haberlere sansür koyduğu günlerden birisinde önemli bir toplantı gerçekleştirildi. Bu bir ' ordu geleneğine' uygun bir 'cunta' toplantısıydı. İstanbul'daki Birinci Ordu Komutanlığı'nda sessiz-sedasız gerçekleştirilen toplantıda alınan karara göre cumhurbaşkanı İnönü olacaktı. Bunun başka yolu yoktu; bu konuda Meclis'in herhangi bir iradesi olamazdı. Meclis olsa olsa alınan bu kararı onaylayan yer olabilirdi.
Birinci Ordudaki toplantıdan Ankara'nın haberi oldu. Celal Bayar hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olmadığı toplantı nedeniyle ciddi rahatsızlık hissetti. İşittiklerinin doğru olup-olmadığını anlamak için Genelkurmay'a gitti. İsmi cumhurbaşkanı adayları arasında geçen Fevzi Çakmak'a cumhurbaşkanlığı konusundaki düşüncesinin ne olduğunu sordu. Bunu sorarken, esasen ordunun genel eğilimini öğrenmek istiyordu. Fevzi Çakmak ' meclis'in kararına saygılı olduklarını' söyledi. Celal Bayar'ın kafası hepten karıştı. Ancak Fevzi Çakmak'ın söylediklerinin kendi şahsı açısından doğru olduğuna, Fevzi Çakmak'ın cumhurbaşkanlığı kavgasında Meclis'in iradesine karşı gelmeyeceğine emindi. Esasen o sıralar, süreci yakından izleyen Fevzi Çakmak da, İnönü'nün cumhurbaşkanlığının tepkiyle karşılanacağını, en azından hükümet çevresinin İnönü'ye direneceğini düşünüyordu. Bu nedenle de Meclis'in kararının geçerli olacağı kanaatindeydi. Halbuki bilmiyordu ki, Celal Bayar'a bir anlamda Genelkurmay'ın resmi görüşünü açıklarken yanlarında duran Genelkurmay ikinci başkanı Orgeneral Âsım Gündüz bile ' cunta'ya dahildi.
Her geçen günle birlikte İsmet İnönü'nün ismi daha sık duyulmaya başlandı. Başını, aynı zamanda CHP genel sekreteri olan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras ve Atatürk'ün yakın çevresinden Hasan Rıza Soyak'ın çektiği bir gurup, faaliyetlerini İnönü'yü adaylıktan uzaklaştırmak, onun dışında birini seçtirmek üzerinde yoğunlaştırdılar. Şükrü Kaya Meclis Başkanı Abdülhalik Renda'nın cumhurbaşkanı olmasının en uygun tercih olacağını düşünüyordu. Ancak Abdülhalik Renda'nın muhtemel zorlukları göğüsleyecek güç ve cesareti yoktu. Bu nedenle kendisine yapılan teklifi kibarca geri çevirdi. Celal Bayar ise sürecin aleyhine döndüğünü, her geçen gün İsmet İnönü'nün isminin daha da güçlendiğini görünce Fevzi Çakmak'tan cumhurbaşkanı adayı olmasını istedi. Ordu içindeki bir eğilime ancak böyle karşı durulabilir ve İnönü faktöründen ancak böyle kurtulmak mümkün olabilirdi. Fakat Fevzi Çakmak teklifi kabul etmedi. Çünkü ordu içinde İnönü taraftarlarının önemli bir güç haline geldiğini o da fark etmişti. Üstelik kendisi siyasi ufku son derece dar, ömrünü askeri haritaları incelemekle geçirmiş birisiydi. Bu nedenlerle Celal Bayar'ın teklifine ' Ben politikadan uzak, ordumla sizlere yardımcı olacağım. Asla bir müdahale ve karışıklığı beklemeyin' cevabını verdi. Bu, ordu içinde bir karışıklığa meydan vermek amacında olmadığını dile getiren bir cevaptı. Çünkü Bayar'ın teklifini kabul ederse, ' çatışmaya' neden olacağını biliyordu. Kısa süre önce Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Fahrettin Altay, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Asım Gündüz'le ' cunta kararını' aralarında görüşmüş ve sonucu da kendisine bildirmişlerdi. Cumhurbaşkanlığına ' uygun'luğundan ve hatta bunu Mustafa Kemal'in de istediğinden bahsedilen bir diğer isim Fethi Okyar'dı. Fethi Okyar da İnönü'nün karşısına çıkmaktan çekiniyordu. Daha önce boyunun ölçüsünü Serbest Fırka denemesi sırasında fazlasıyla almıştı. Bu durumda sadece Celal Bayar kalıyordu. Ancak o da ani bir kararla yön değiştirdi. ' Kendim için hiçbir şey olmayacağım'8 diyerek aday olmadığı gibi, İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanlığını kabullendiğinin mesajlarını vermeye başladı. 'Yürekten bağlı oldukları Atatürk'ün ölümü halinde yerini ancak İnönü'nün doldurabileceğini '9 söylemeye başladı.
10 Kasım 1938 günü Mustafa Kemal'in öldüğü ' resmen' açıklandı. Başbakan Celal Bayar 10 Kasım sabahı İstanbul'a geldi, doktorlar tarafından hazırlanan ölüm tutanağını imzaladıktan sonra özel bir trenle Ankara'ya döndü. Garda TBMM Başkanı Abdülhalik Renda, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, generaller, bakanlar, genel müdürler, müsteşarlar hazır bekliyordu. İsmet İnönü ise özel kalem müdürünü göndermişti. Bayar, taziyeleri kabul etti. TBMM Başkanı Renda ile birlikte Meclis'e geçti. Renda'yla bir süre görüştükten sonra Bakanlar Kurulu'nu topladı. Toplantı sabaha yakın saatlerde sona erdi. Parti grubu erkenden toplandı. Önce CHP grubunda bir seçim yapıldı ve 322 oyla İnönü'nün cumhurbaşkanı adaylığı kabul edildi. Hemen sonra genel kurula geçildi. İnönü oybirliğiyle Türkiye Cumhuriyeti'nin ikinci cumhurbaşkanı seçildi. Yine çok geçmeden, 26 Aralık 1938'de toplanan CHP Kurultayı İsmet İnönü'yü 'Milli şef' ve 'değişmez genel başkan' seçerek bir anlamda yeni 'birinci adam'ı da belirlemiş oldu. Böylelikle ' cumhuru olmayan bir cumhuriyet' geleneğinin önemli aşamalarından birisi daha inşa edilmiş oluyordu.
Notlar:
1 İsmet İnönü, Hatıralar, Ankara, 1992, C.II, s. 324
2 İlmen, Süreyya, Dört ay Yaşamış Olan Zavallı Serbest Fırka , İstanbul, 1951, s. 36, 37
3 Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, İstanbul, 1980, s. 499
4İsmet İnönü, Hatıralar, C.II, s. 229
5 Ahmet Ağaoğlu, Serbest Fırka Hatıraları, s. 30,31
6 Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, s. 528,529
7 Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri , İstanbul, 1998, s. 17
8 Milliyet Gazetesi, 10 Eylül 1973
9 Şerafettin Turan, İsmet İnönü, Ankara, 2000, s. 129
--
-------------------------------------------------------------------------------------
BALONLARIN GURURU, İĞNELERİ GÖRENE KADARDIR!
-------------------------------------------------------------------------------------
MALCOLM X'İN AZİZ HATIRASINA:
http://www.youtube.com/watch?v=Vf8_oZf7nRo#GU5U2spHI_4
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home