sg

Cuma, Aralık 29, 2006

[Kayzer.Net] Türkiye'nin Geleceğinde Osmanlı Vizyonu

Türkiye'nin, Osmanlı İmparatorluğu'nun varisi olarak, eski Osmanlı toprakları üzerinde bir nüfuz elde etme şansına sahip olduğu zaman zaman dile getirilen önemli bir gerçektir. Ancak bundan daha da önemli olan, günümüzde ABD'nin Irak operasyonu ile yeniden gündeme gelen Ortadoğu'ya "nizam" getirmiş olan yegane gücün mirasçısı olmasıdır.

Türkiye, eğer sahip olduğu Osmanlı mirasını ekonomik ve siyasi güçle desteklerse, gerçekten de 21. yüzyılda çok önemli bir bölgesel güç olabilir. Bu durumda tüm dünyadaki güç ve prestiji de tahmin edilemeyecek derecede artacaktır. Türkiye'nin tarihsel mirasçısı olduğu Osmanlı İmparatorluğu'nun yüzyıllar boyu sınırları içinde bulunan Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya/Orta Asya gibi dünyanın sıcak bölgelerinde söz sahibi olan bir ülkenin gücünün, Amerikalı ve Avrupalı stratejistlerin değerlendirmelerinde önemli yer tutacağı açıktır.

Ancak tüm bu saydığımız stratejik yaklaşım siyasi ve ekonomik güç kadar vizyon da gerektirir. Bu vizyonun temelinde ise Türkiye'nin kendi kimliğini doğru tanıması ve tanımlaması geliyor. Türkiye'ye stratejik bir etki alanı kazandıran en önemli faktör, baştan beri vurguladığımız gibi, Osmanlı mirasıdır.

Türkiye bu Osmanlı mirasına ciddi bir biçimde sahip çıkmalıdır. Bu noktada yapılması gereken önemli işlerden biri, Osmanlı'nın kurmuş olduğu "nizam"ı tarihsel delilleriyle ortaya koymak ve dünyaya anlatmaktır. Türkiye'nin stratejik ufku, Osmanlı mirasına sahip çıkabilmesiyle orantılı olarak genişleyecektir. Türkiye'nin 21. asırda bir bölge gücü haline gelmesi, tarihsel ve dini kimliklerin giderek daha önemli hale geldiği dünyaya damgasını vurabilmesi, ancak böyle mümkün olabilir.

...

devamı gelecek...


--
MALCOLM X'İN AZİZ HATIRASINA:
http://gunesedat.googlepages.com/malcolmx

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
  Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[Kayzer.Net] ALPEREN KİMDİR?

Alperen

      "Alp", eski Türklerde kahraman, bahadır, yiğit sıfatlarını ifade eden bir isimdir.
      "Eren", ermiş, erişmiş, iyi yetişmiş, vasıl olmuş demektir.

      Alperen kafilesinin başında Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ve O'nun seçkin dört arkadaşı (Dört Halife) bulunuyor. Bizim Alperenler, madde ve mânâda, cenk ve cesaretle, sevgi ve merhametle, insaniyete, İslâmiyete, ümmete, millete hizmette daima Hz. Muhammed'i ( S.A.V.) örnek tuttuğu ölçüde ulaşıyor, destanlaşıyor. Bakıyoruz Oğuz Han, Ahmed Yesevî, Dede Korkut, Fatih Sultan Mehmed bütün varlıkları ile peygambere benzemek istemişlerdir.

      Bir büyük Alperen olarak da Fatih Sultan Mehmed'i hatırlayalım. Hocası Akşemseddin Efendi'nin önünde diz çöküp, Hakk divanına durmayı, sarayında safa sürmeye yeğ tutan da, İstanbul'un fethi sabahı Topkapı ordugâhında yüzbinlerce askerine, beyine, paşasına imam olup, zafer namazı kıldıran da O'dur. Ama dualarla, tekbirlerle beraber Urban Usta'ya, Musluhiddin Bey'e döktürdüğü topları Bizans'ın katil kulelerine yönelten de Sultan Mehmed olup, Dolmabahçe'den Beyoğlu tepelerine gemiler çıkarıp, donanmayı kızaklarla Haliç'e indiren de yine O'dur. Yine madde ve mânâ dengesini, örnek aldığı Peygamberimiz gibi O da saklamış, uygulamış, Alperenlik töresinin timsal kişilerinden olmuştur.

      Esasen yücelikleri koruyabilmek, ancak büyüklüğünü muhafaza edebilen milletlere vergidir. Rabbim fillere çiğnetmedi, filleri ebabil kuşları ile kovaladığı kabesini koruyacak cevherini elbette biliyordu. Nitekim Yavuz Sultan Selim, kendisini Harameyn'in hakimi ilan etmek isteyenlere, "Hayır, Harameyn'in Hadimiyim" diyerek Alperenlik dersi veriyordu.

      Alperen gayba inanan adamdır. Herşeyi Allah'ın işi olarak yorumlar, o sebeble her işte hayır bulur. "Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler." onun için tek gerçektir.

      Nefsine arsa yapıp, onun üzerine Allah sevgisi, insan sevgisi, vatan sevgisi binalarını ihtişamla inşa eden, kanatlarını geniş ufuklara açtığı için geniş manzarada kimseyi bıktırıp usandırmayan "İnsan-ı Kâmil"dir, Alperen. Yunus Emre şu iki mısrasında hem kendini, hem de kendisine keramet izafe edilen ve milletin herşeyini benimseyip överek yorumladığı Alperen kişiyi anlatmaktadır:

      "Her dem yeni doğarız. Bizden kim usanası"

      Alperen, dünyanın sufliliklerinden arınmış, nefsini boğazlamış, başkalarının görüş sınırlarını aşmış, "dünyaya gelişin hüner " olmadığını kavramış, mutlaka bir ulvi iddiası, zirvede ise aşkı olan adamdır. Kendisini yenemeyen düşmanını yenemez ve hiçbir gence de peşimden gel diyemez.

      Kavgamız inancımızın ve imanımızın düşmanlarıyla olacaktır. Cahillikten, yobazlıktan, zalimlere itaata, şartlanmış kölelik anlayışından, taklide meyletmekten, kutsal idealleri dünyevi menfaatler için pazarlamaktan geçen yollar bizim yolumuz olmayacaktır. Helâl ve haram kavramlarını dinimizin emrettiği şekilde, önce nefislerimizde tatbik edeceğiz, sonra da başkalarını bu çizgiye çekeceğiz. Alperenlik iddiamızın temel felsefesi budur. Buna riayet etmezsek, muvaffakiyetimiz nisbi olur, batıl olur. Halbuki bizler, her türlü kötülükten arınmış, nihaî hedefin yolcularıyız.

      Alperen; eşref-i mahlukat olarak Allah'a kulluk ve ibadet için varolduğuna inanır.
      Alperen; bu gaye içinde kendi benliğini gayesine teslim etmiş ve gayesi içinde erimiş insandır.
      Alperen; kalbi diliyle, dili de kalbiyle beraber olan, sözü işine uyan kişidir.

      Alperen; "Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim." buyuran Peygamber Efendimiz'in hayatını örnek alarak, zevki ve saadeti O'nun yaşadığı güzel ahlâkta bulan insandır.

      Alperen; kula kulluğu reddeden, kuvvet karşısında boyun eğmeyen, Hakk yolundan dönmeyen insandır.

      Alperen; Hz. Ebu Bekir (ra) gibi adil, Hz. Osman (ra) gibi nezaket ve ilim sahibi, Hz. Ali (ra) gibi cesur insandır.

      Alperen; çağın getirmiş olduğu problemlere İslâm'ın değeryargılarıyla çelişmeyen önlemler bulan insandır.

      Alperen; paranın hükmettiği insan değil, paraya hükmeden insandır.



--
MALCOLM X'İN AZİZ HATIRASINA:
http://gunesedat.googlepages.com/malcolmx


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
  Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Pazar, Aralık 24, 2006

[Kayzer.Net] neme lazımcılık



----------


Ramazan KERPETEN

Osmanlı'nın yıkılış sebeplerine dâir çok şey söylenip yazıldı. "Yeniçeri'nin yozlaşması" dendi, "Sanayi Devrimi'nden geri kalması" dendi... Belki de söylenegelen sebeplerin hepsinde birer hakikat payı vardı. Fakat yıkılışın önemli bir sebebi var ki, Osmanlı'nın hem de en zirvede olduğu zamanda dile getirilmişti: nemelâzımcılık. Bu içtimaî karadelik tarih boyunca, nice fert, topluluk, cemaat, devlet ve imparatorluğu yutmuştu.

Kanunî Sultan Süleyman, devletini olabilecek en yüksek seviyelere çıkarır; ama, "Günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı?" diye de zaman zaman düşünür…

Birçok meselede olduğu gibi, bu endişe edilecek düşüncesini süt kardeşi meşhur âlim Yahya Efendi'ye açmaya karar verir. Keşfine, kerametine inandığı Yahya Efendi'ye el yazısıyla bir mektup gönderir: "Sen ilâhî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de, bizi aydınlat. Bir devlet hangi hâlde çöker? Osmanoğulları'nın âkibeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?" diye özetler endişesini.

Devrin kudretli sultanı Muhteşem Süleyman'dan gelen bu mektubu okuyan Yahya Efendi'nin cevabı ise gayet kısadır: "Nemelâzım be Sultanım!"

Bizden önceki vazife adamları hep öyle yapmışlar.. güçlerini yitirecekleri, tâkatten kesilecekleri ve yatağa düşecekleri ana kadar hep koşmuşlar.. artık ayağa kalkamaz hâle gelince de arkadaşlarının yanında yer alamadıklarından dolayı üzüntü duymuş, çok mütessir olmuş ve ağlamışlar. Hazreti Hâlid'in ölüm döşeğindeki son anlarını ve ızdıraplarının en büyüğünün bu istikamette olduğunu hepiniz hatırlarsınız. "Ey Yermük, ey Mute, ey Halid'in günleri.. geçin gözümün önünden birer birer!.." dediğini, bir fırtına gibi arkasından koşup durduğu ölümü yatakta karşılıyor olmaktan dolayı nasıl bir inkisarla kıvrandığını bilirsiniz. Hıçkıra hıçkıra ağlayışını gören birinin "Neden ağlıyorsun?" demesi üzerine Hazreti Hâlid, "Vücudumda bir para kadar yara almadık yer kalmadı. Senelerce İ'lâ-yı Kelimetullah yollarında ölüm kovaladım. Fakat, işin acayibine bakın ki, şimdi burada, yatakta ölüyorum." der ve rahat döşeğinde ölmeyi kendi adına bir utanma sebebi sayar. Evet, yatakta ölmek, dini ve milleti hesabına koşmaya alışmış bir insan için ayıptır, ârdır. Mesuliyet duygusuyla dolu bir insan yatakta ölmemeli, ölüm anında bir yatakta olsa bile o yatağı da "vazife" deyip yürüdüğü sırada, son anda bulmalı.. yıllanan insan durmamalı, o koşarken ölme aşk u iştiyakı içinde olmalı. Zannediyorum, senelere yenik düşen insanlarda ve yorgunlarda yeni bir aşk u şevk uyaracak olan da bu duygudur.

 

***



Topkapı Sarayı'nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan, bu söze bir mânâ veremez, endişesi daha da artar. Zîrâ Yahya Efendi gibi bir zât, ciddi bir meseleye böylesine basit bir cevap vermezdi, vermemeliydi…

Söylenmeye başlar:
"Acaba bilmediğimiz bir mânâ mı vardır bu cevapta?"

Kalkar, Yahya Efendi'nin Beşiktaş'taki dergâhına gider.

Bu sefer sitem dolu bir şekilde "Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!" diyerek, sorusunu tekrar sorar,

Yahya Efendi duraklar: "Sultanım, sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim."

"İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece "nemelâzım be sultanım!" demişsiniz. Sanki 'beni böyle işlere karıştırma' der gibi bir mânâ çıkarıyorum."


Yahya Efendi bunun üzerine, ibret dolu şu sözleri tarih gergefine nakşeder:
"Sultanım!
Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlıklar ayyûka çıksa...
İşitenler de nemelâzım, deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de, çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa, gizleseler, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da, bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür.
Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Âsâyiş ve emniyete vesile olan, itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir…"


Söyleneni dinlerken ağlamaya başlayan koca Sultan, başını sallayarak da bunları tasdik eder. Söz bitince ikazlarının devamı için tembihte bulunur süt kardeşine. Sonra da memleketinde kendisini ikaz eden böyle bir âlim olduğu için Allah'a şükrederek oradan ayrılır…

***

Devletlerini yükseltenler, fetihler yapanlar, imanın güzelliklerini insanlara sunanlar "nemelâzım" demediler. Âhir Zaman Nebisi'nin "Ne güzel kumandan..!" iltifatına mazhar olan Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri, Trabzon dağlarını aşarken yanında Karamanoğlu'nun kızı olan halası bulunmakta idi...

"Sultanım" dedi halası, "bunca zahmete değer mi bir kefere için?"

O koca sultanın ayağında gut hastalığı vardı o zaman ve sarp dağlarda, karların üzerinde atıyla giderken büyük acılar ve zahmetler çekiyordu. İşte hala yüreği buna dayanamamıştı...

Fatih, döndü ve halasına şöyle dedi:
"Bibi (hala), bizim zahmetimiz din-ü devlet içindir, i'lâ-yı kelimetullah içindir, şahsımız için değildir. Eğer bu zahmeti çekmezsek bize 'gâzi' demek yalan olur!"

***

Evet, imparatorlukları "nemelâzımcılık" yıkar, ama onları, bir vazife doğduğunda, "Bunu kim yapar?" sorusunu duyar duymaz, sağına soluna bakmadan "Ben varım!" diyenler kurar ve yaşatır.


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
  Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[Kayzer.Net] ANNEME ...

Herkes unutsa da o unutmaz seni: Ölsen de, kalsan da, gitsen de,
kaybolsan da. Kimse kalmasa da seni seven, süreklidir onun sevgisi:

Kırsan da, incitsen de.

Herkes sildiğinde bile, kalın ve büyük harflerle yazılıdır ismin onun kalbinde.

Herkes gittiğinde bile, yanındadır, ya bedeni, ya ruhu ile.

Herkes düşmanın olduğunda da savunur seni, herkes dalkavuğun
kesildiğinde de vurur yüzüne hatalarını.

Unutsan da unutmaz, gitsen de kalır seninle.

Silsen de ismini, ismin onun gözünde yazılıdır.

Düşman olsan bile, dosttur sana.

Yabancılaştığında herkes ve her şey sana, o en yakınındır. Çaresiz
kaldığında, çarendir, sırf varlığı ile. Elin boşta kaldığında elini
tutandır, gözlerin yaşardığında ağlayacağın bir omuzdur o.

Cisimleşmiş rahmet, somutlaşmış şefkattir.

Babasının kızıyken ne olursa olsun, senin annenken budur. Annesi
olmadığı biri için kim olursa olsun, ne kadar kötü, ne kadar unutkan,
ne kadar vefasız, ne kadar nankör olursa olsun, senin annen olarak
budur.

Budur, hayatı kolaylaştıran, hayata alıştıran, hayatı sevdiren.

Budur, ayaklarının üstünde 'day day' durduran, ilk adımı attıran, ilk
kelimeyi söyleten.

Evi ev yapan, memleketi memleket.

Yanındayken, kıymeti bilinmeyenler listesindedir. İsmini oradan
çıkarmak için, önce senin evden çıkman gerek. Önce 'day day' duramayıp
düşmen, yaralanman gerek. Önce kaybolman, ağlayarak kucağına varman
gerek.

Sonra düşünmen, hissetmen gerek.

O rahmeti, şefkati; o, anneleştiğinde melekleşen insanı tanıman gerek.

Maddeleşmişsen mânâya, anlamsızlaşmışsan anlama, hayvanlaşmışsan
insana, yokluğa yakınlaşmışsan varlığa yanaşman gerek.

Hissettikten ve anladıktan sonra söylemen gerek:
Seni seviyorum anneciğim.

alıntıdır

___

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Çarşamba, Aralık 20, 2006

[Kayzer.Net] MİLLİ RESTORASYON (Mutlaka okuyunuz)


MİLLİ RESTORASYON II

22.05.2001

Ahmet ÖZCAN

 

"...demişti ki içlerinden biri,
ama acımızda doğurgan olmalı bizim
sabahsa güneş
geceyse ay doğmalı..."


Anadolu'nun dirlik ve düzen tarihi, devrimlerin değil restorasyonların, toplumsal ilişki ve çelişkilerin değil, devletin yeniden tanziminin tarihidir. Savaşlar ve göçlerle dolu bu coğrafyada temel siyasal hedef ve sorun, daima denetim ve disiplin olmuştur. Dirlik ve düzen, en iyi denetimin sağlanması olarak algılanmış ve bu amaçla toplumların zihniyet dünyasında, kutsal ve somut yaşamlarında, otoriter olan devlet örgütlenmeleri vücut bulabilmiştir.Bu tanrısal ve yarı askeri devlet örgütlenmeleri, esas itibariyle göçebeliğin denetimi ve savaşın sürekliliği üzerine oturan askeri-tarım düzenini müstakar kılmayı ifade etmiştir: Mülkün ve köleliğin denetimi, din ve inançların denetimi, kabile ve aşiretlerin denetimi, hatta anonim bütünler içinde erimiş halde varolan bireysel kimliklerin ve geleceğin denetimi...Düzen işte bu denetimle elde edilen hegemonyanın adıdır.Tarih boyunca süren büyük çaplı göçlerin yıkıcı etkileri yada savaşların büyük yenilgi ve zafer gibi sonuçları ise dirlik ve düzenin yeniden kurulmasının yada yenilenmesinin kapısını açmıştır.

Roma imparatorluğu; tarihi boyunca iran-roma savaşlarının yorgunluk dönemlerini, Hıristiyanlığın kabulünü, kuzey ve doğudan gelen göç ve istila dalgalarını, ikonoklast akım gibi yeni sosyo-politik dinamiklerin harekete geçmesini ve yine göç ve savaş temelli yeni sosyolojik faktörlerin ürünü olan mezhep ayrışmaları gibi nedenlerle ortaya çıkan bozulma dönemlerini, restorasyon anlamına gelen yeni politikalar ve reformlarla aşmıştır.

Osmanlı da aynı şekilde,Timur istilası,Bizans'ın fethi ve Viyana seferleri sonrasında büyük restorasyonlar yaşamıştır.17.yy dan itibaren yeni dünyanın keşfi ile birlikte Avrupa'da başlayan modernleşme sürecinin sonuçlarından biri olarak ticaret yollarının değişmesi,koloniyal politikalar ve anadoluda baş gösteren kıtlık dönemleri arka arkaya dirlik ve düzeni bozmuş, 3.Selimle başlayan yenilenme çabalarına yol açmıştır.Tanzimat, kapsamlı bir restorasyon süreci olarak gelişmiş ve 2.Abdülhamit'in temsil ettiği direnç politikasına rağmen 1.Dünya Savaşı sonunda düzen tamamen çökmüştür.Cumhuriyet ,Osmanlının yıkıntıları arasından kurtarılabilen Anadolu'nun restorasyonu olarak şekillenmiştir. 2.Savaş sonrası demokratik düzen deneyimi ise daha küçük çaplı bir restorasyon hamlesi olarak sahneye çıkmıştır ve soğuk savaşın bitişiyle birlikte tekrar bir restorasyon ihtiyacı ve talebi belirmiştir.

Bu tarihi serüven biteviye sürmekte ve her yeni durum karşısındaki tıkanma ve bozulmayı yeni bir restorasyon hamlesi izlemektedir.Jeopolitiğin tarihsel ironisi olarak, yaşadığımız coğrafya, göçler ve savaşlarla işleyen ve çöken bir düzene sahiptir.Dinler ve kültürler, bu düzenin prizmalarına yansıyan yüzleriyle maya tutar ve yerlerini alırlar.

Restorasyon,düzenin yeniden kurulması ya da yeni bir düzen kurulmasıdır.Devrimlerden farkı, devlet içinde veya devlet kertesinde olup bitmesi,yani esas itibariyle hegemonya çeperindeki inisiyatif ve eylemlerle irade beyanıdır. Hiçbir toplumsal dinamiğin,-yani örneğin Avrupa'da ki sınıfsal çatışmalar,yada Amerika'da ki iç savaşları türünden -örgütlü müdahalesi olmadan, bütün çelişki ve çatışmaların devlet bağlamında sahneye çıkıp çözülmesi ve yine seçkinler öncülüğünde yeni tanzimin yukardan aşağıya doğru gerçekleşmesidir.Restorasyonlar, sonuçları itibariyle Antonio Gramsci nin belirttiği gibi pasif devrimler olarak nitelenebilecek köklü değişimlere yol açtığı gibi, bazen de varolan statükonun korunması ve ömrünün uzatılmasını sağlayacak tedbirler düzeyinde de gerçekleşebilmektedir.Tarihin kırılma anları bu yöntemle daha az sancılı gerçekleşir.

Yine tıpkı devrimlerdeki gibi her restorasyon süreci, başlangıcında yada sonucunda yeni elitlerin sahneye çıkmasını sağlar.Bizans' ın fethi sonrasında beylikler koalisyonu görünümünde ki devletlü sınıfların yerini devşirme elitler almış, tanzimat sonrası kurulan modern okullarda yetişen aydın-bürokrat kadrolarda, meşrutiyet ve cumhuriyetin yeni elitleri olarak sahneye çıkmışlardır. Elit dönüşümü düzenin yenilenmesinin vazgeçilmez kuralıdır.

Restorasyonlar, doğanın sürekli kendini yenilemesi gibi toplumların ve düzenlerin de metazori yenilenme dönemleri olduğunu ve bu yeteneği olmayanların tasfiye edildiğini göstermektedir.Yeni ya da yenilenme adeta tarihin çarkını döndüren bir dinamo etkisine sahiptir.Şüphesiz her yeni iyi her eski de kötü sonuçlar doğurmaz.Ama değişim her tür sonucuyla birlikte tarihin değişmez yasasıdır.

Bizatihi kendisi, Osmanlının çöküşünün restorasyonu anlamını taşıyan Cumhuriyet dönemine baktığımızda, kurulan yeni düzenin de sürekli yenilenme ihtiyacı duyduğu ve bu yönde kritik dönemeçler yaşandığı görülmektedir.

1930'lu yıllarda sol, 1950'li yıllarda sağ kemalist doğrultuda iki önemli restorasyon deneyimi yaşanmıştır.Her iki dönemde de dünya konjonktürüne paralel özelliklere sahip yenilikler devreye sokulmuştur. Üçüncü restorasyon deneyimi ise 1980'li yıllarda Özal la başlayan ve soğuk savaşın bitişiyle birlikte yeni durumun belirsizliği nedeniyle yarım kalan, Özal'ın ölümüyle birlikte rafa kaldırılan 2.Tanzimatçı restorasyon dönemidir.

28 şubat süreci 1930'lu yılların dinamiklerine yaslanarak, özalist restorasyonun kapılarını kapatmaya çalışmış ancak tam tersine Türkiye'nin geleceğini ipotek altına alan derin bir çelişkinin alevlenmesi ile sonuçlanmıştır.

İçinde yaşadığımız süreçte,Türkiye'nin yeni bir yön çizerek siyasetten, yağma ve talan düzenine kadar bütün sosyo-ekonomik ve politik statükoyu elden geçirip yeni bir düzen inşa etmesi kaçınılmaz olmuştur. Bu süreçte birbiriyle çatışmayı sürdüren ve Türkiye'nin geleceğini ipoteğe almaya çalışan iki ana restoratör taraf göze çarpmaktadır:Kemalist güçler ve 2.Tanzimatçılar.

Son elli yıllık geçmişe baktığımızda D.Shayegan'ın ifadesiyle "karşılıklı olarak birbirini biçimsizleştirerek çatışan bu bağdaşmaz taraflar arasındaki derin çatlak" Türkiye'yi yeni ve daha kritik sorunlarla yüzyüze getirmektedir.

Kemalizm,konvansiyonel güçlerin iktidarda kalma tarzının adıdır.Bu kesimlerin 'illa da biz yöneteceğiz!' iddiası dışında hiçbir ciddi tez ya da projeleri yoktur. Varolan düzenin değişmemesine dönük inatları Hamidizm olarak nitelenebilecek kadar 2.Abdülhamit tarzına benzemektedir.Ulusalcılık olarak tanımladıkları frankofon batıcılığı, anglo sakson küreselleşmecilikle çatışmaya sokarak buradan güç ve meşruiyet devşirmeye çalışmaktadırlar.Laik, cumhuriyetçi ve milliyetçi vasıfları bürokratik üslup ve yöntemlerle savunma alışkanlıkları yüzünden milletle de çatışan bu kesimlerin nihai amacı oluşacak yeni düzenin kendilerinin de içinde olacağı bir denge ve koalisyon tarzında gerçekleşmeye zorlamaktır. Bu amaçla kendi varlıklarını abartarak pazarlık şanslarını yükseltmeye çalışmaktadırlar.

İkinci taraf ise, ideolojik pozisyon, dış müttefik ve söylemleri itibariyle tanzimatçılığı ifade eden, yenilikçi bürokrasi, tekelci sermaye ve aydınlardan oluşan daha reorganize kesimlerin küreselleşmeciliğidir. Anglofil çerçevede reformist ve revizyonist politikaları savunan bu kesimlerin talep ettikleri restorasyon, esas itibariyle söylemin büyüsüne yaslanarak geniş toplumsal kesimler nezdinde cazibe oluşturma şansına sahiptir.Statüko ile çatışmanın haklılığından beslenen değişim talebine Menderes ve özellikle Özal dönemini refere etmektedirler. 2.Tanzimatçılık muhalif güçleri yanına yedekleme ve konvansiyonel güçleri yalnızlaştırma stratejisi ile gündem oluşturmaktadır.

Kemalist güçler, her tür değişim talebine karşı saplantılı bir reddedişin dilini kullanmakta, sahiplendikleri düzenin bittiğini görmelerine rağmen hem çağdaşlaşma hedefini hem de bu çağdaşlaşma sürecini frenleyen şeyleri aynı anda korumaya çalışmayı sürdürmektedirler. Kendilerine özgü bir projenin olmamasından dolayı daima tekrarlanan demode sloganlar ve uyarlanma eksikliğinden ötürü keskinleşen arkaik politikalarla devleti ve toplumu cendereye almışlardır.

2.Tanzimatçı çevreler ise küreselleşme ve değişim söyleminin büyüsüne, mekansız ve tarih ötesi bir edayla sahip çıkmaktadırlar.Foucault'un ifadesiyle,"devleti hükümet etme işinden boşaltan ve tekniği politik ideolojinin yerine ikame eden"yeni tip hegemonya biçimini teklif etmektedirler.Teatral bir sergileme hatta gösteri tarzında ifade edilen eleştiri, teklif ve taleplerinin teorik düzeyde dahi zamana ve mekana giydirilip test edilmesine fırsat verilmeden kabullenilmesini dayatan örtük bir faşizanlığı yöntem olarak kullanmaktadırlar. Yine sorgulama ve yanlışlanmaya karşı pejoratif ve suçlayıcı reflekslerle tepki veren özellikleriyle bu kesimler, karşı çıktıkları totaliter güçlerle esasta aynı minvali paylaştıklarına dair şüpheleri uyandırmaktadırlar.

Sonuçta Raymond Aron'un zincirleme özdeşleşme dediği türden birbirinden beslenerek varolan ve giderek benzeşen batı kaynaklı iki farklı tarafın çatışmasına hapsolma tehlikesi ile karşı karşıyayız.

Ark planında ABD/AB ve asyatik güçlerin rekabeti, içsel seyrinde iktidar ve rant paylaşımından etnopolitik hegemonya çekişmesine kadar bir dizi yanal çelişkinin de dahil olduğu bu kaotik sürecin tek eksiği milli bir seçeneğin oyuna dahil olmamasıdır.

MİLLİLİK NEDİR?


Önce bazı kavramların anlamı üzerinde durmamız gerekiyor. Herkesin durduğu yere göre anlam yükleyip olumlu yada olumsuz kıldığı bu kavramlar konusunda netleşmek, bütün tanımların altüst olduğu bir dönemde yeni tanımlar ve anlamlandırmalar geliştirmek şarttır:

Bilindiği gibi milli kavramı national'ın karşılığı olarak uydurulmuş olan ulus'un antitezidir. Bu ikisini birbirinin yerine kullananlar olmakla birlikte bizatihi ulus kavramını icat edenlerin niyet ve maksatlarının da gösterdiği gibi; milli olan millete ait vasıfları ve gayeleri mündemiç iken, ulus; devlete ve devletlü seçkinlerin devleti algılama biçimine dair bir kavramsallaştırmadır. Milli ile negatif milliyetçilik kavramı da aynı anlama gelmez. Zira negatif milliyetçilik, yani ötekini dışlayıcı, tek tipçi, daraltıcı ve etnik temelli milliyetçilik, milli kavramındaki gibi bir hal, ahval ve duruşu değil, millete dayatılan türetilmiş bir misyon ve gayeyi ifade eder.Bir diğer husus ise Milli görüşçülüğün kullandığı milli ile bizim kullandığımız ve kullanımını bir tür teklif ettiğimiz milli kavramı arasındaki farktır. Erbakancılığın milli'si bilindiği gibi zamanında milliyetçi Türkeş partisinden kendini siyaseten ayırmak ve öte taraftan ulus diyenlere karşı milliyi dini olanın tâkiye hali olma maksadıyla kullanılmıştır. Başka bir kullanım hali ise özellikle misak-ı milli'deki, milliyi, kürt devletini dışladığı için sevmeyenlerin kullandığı kötü-millidir. Bu kötü-milli kürt ayrılıkçıların küfretmek için kullandığı ve aslında gerçek misak-ı milli anlayışından bihaber olmanın ve kemalist milliyetçiliği reddetmenin malzemesi olarak kullanılır.

Bu kullanımların hepsi soğuk savaş koşullarının ürünü olan ideolojik maksatlı kullanımlardır. Bu nedenle kavramın tekrar tashihe ihtiyaç duyduğu açıktır ve bu kavramı var eden 20.yüzyıl başlarındaki asıl anlamına irca edilmesi gerekmektedir. Bu anlam ise özetle şudur: milli, millete ait olan/olma'dır ve milletin tarihi, coğrafyası, varlık ve beka çabasını ifade eder. Millet, ortak tarihi ve kültürel bağa sahip, inanç ve kader birliği olan, Anadoluyu anavatan bilen ve Anadoludan daha geniş bir coğrafyada yaşayan, bütün farklılıklarına rağmen kendini ortak millet ruhu ile tanımlayan topluluğun adıdır. Temel dokusu Müslümanlık olmakla birlikte farklı dinlerden mensupları olan, temel dili Türkçe olmakla birlikte, farklı dillerinde varolduğu bu milletin varlığını ve bekasını savunmak, gelişmesi ve güçlenmesini istemek, temel ve ortak inanç, değer ve taleplerini herşeyin üstünde belirleyici olarak görmek, milliliktir. Bu tanım çerçevesinde, milliliğin zıddı yani gayrı millilik, millete dayanmamak ve milletin şu yada bu özelliğine karşı olmaktır. Bu anlamda ulusçuluk, tanımı gereği gayrı milli bir ideolojidir. Yine millilik millete dayanmayı temel aldığı için, millete dayanmayan her tür siyasi proje, örneğin askeri vesayet rejimleri, bütün totaliter rejimler, oligarşik rejimler, gayrı millidir. Öte yandan negatif milliyetçilik de özünde gayrı millidir. Zira milleti dar ölçülerle bölmeyi, ötekiler üzerinde hegemonya kurmayı ve milli değerleri milliyetçi amaçları için kullanma dışında benimsememeyi içerir. Negatif milliyetçilik akımı genelde beyaz türklerin, öteki addettikleri, milletin parçası olan etnik unsurlara düşman olanların ve masonik seçkinlerin ideolojisi haline gelmiş, millici pozitif milliyetçiler kendilerini ve yollarını onlardan ayırmışlardır.

Milli'liğin bir diğer özelliği ise tabii olarak yabancı güçlere karşı bağımsızlığı savunmaktır. Fakat bu bağımsızlık, ulusçuların bağımsızlıkçılığı ile aynı şey değildir. Ulusçular kültürel olarak gayrı milli yani batıcı oldukları için bağımsızlığı milletin dünya milletleri arasında kendi varlığı ve amaçları ile onurlu bir yer sahibi olması şeklinde anlamazlar, sadece bir şekilde ele geçirmiş oldukları iktidarın elden gitmemesi ve kimsenin onlara karışmaması olarak anlarlar. Yani ulusçu bağımsızlıkçılık bir ideolojik zümrenin keyfi hegemonyasını korumayı ifade eder, gerçek bağımsızlığı değil. Bu nedenledir ki, ülkemiz onların hegemonyaları altında avrupanın eyaleti, amerikanın mandası yada ulusçu zümrelerin keyfi hegemonya çiftliği olma seçenekleri arasında sıkışıp kalmıştır.

Başka bir husus ise millilikle enternasyonalizmi zıt görme yanlışıdır. Ümmet anlayışı, küresellik yada başka tip enternasyonal anlayışlar bizatihi milliliğin zıddı değildir. Ancak yukarda tarif edilen millilik vasıflarını kaybedince gayrı milli bir zemine kayarlar.

Millilik mevzuunun en kritik noktası, milleti temel almakla birlikte bir tür millet fetişizmine kayma riskinin olmasıdır. Yani millicilik kendi içerisinde giderek bütün evrensel ve yerel değerleri dışlayan, çarpıtan yada ıskalayan kendinden menkul totolojik bir ideolojiye yol açabilir. Bu nedenle milliliğin, ancak ve sadece milletin biteviye onayı ve denetimine açık bir siyasal etiğe(tam demokrasiye)ve farklı millet seçkinlerinin muktedir olduğu bir devlet felsefesine dayandırılması gerekir. Bu da seçim, referandum, yerel inisiyatiflerin etkinliği ve çoğulculuğa dayalı bir siyasi-sosyal düzeni gerekli kılar.

Özcesi milli olan millete dayanandır, milletin özgürleşmesine çalışandır, milleti global bir gerçek haline getirme amacıdır, milletin tek tek her ferdine değer vermek ve her koşulda milletin mensuplarını korumaya, yüceltmeye, güçlendirmeye çalışmaktır, milli olan türktür, kürttür, kafkastır, balkandır, ortadoğudur, avrasyadır, batıdır, akdenizdir, karadenizdir, selçukludur, osmanlıdır, cumhuriyettir, sünnidir, alevidir, islamcıdır, solcudur, ülkücüdür; milli olan, milletin hali ve ahvalidir, millete saygı duyan, tarihine ve coğrafyasına sahip çıkandır, milli olan gayrı milli güçlere karşı olandır, oligarşiye ve arkasındaki batılı emperyalistlerin 'gizli görevlendirmelerini' tanımayandır. Millet fetişizmine kaymadan, işte bu millilik tanımı çerçevesinde yeniden safları tanımlamak ve sorunlara bakış açısını tashih etmek yaşadığımız sürecin başat teorik çabası olmalıdır. Bütün ideolojik akımların budandığı bir dönemde tüm namuslu kafaların kendi ideolojik tercihlerini korumak kaydıyla önce bu milli duruş ve algılama noktasında saflaşmaları gerekmektedir. İslamcıların, solcuların, ülkücülerin, liberallerin, gayrı milli unsurları tespit edildiği ve tasfiye edildiği ölçüde bu ülkenin islamcılığı İslam'a, solculuğu emekçilere ve ülkücülüğü millete hizmet eden ve birbirleriyle ülke sorunları konusunda paslaşabilecek olgunluğa sahip sahici fikri akımlar olacaktır. İşte o zaman liberallik yada sosyal demokratlık bu akımların alt kanatları olarak gerçek yerini bulacak ve varolan güdümlü demokrasicilik oyunu yerine sahiden milletin kendi kendini yönetmesi geleneği başlayabilecektir...

MİLLİ RESTORASYON: İMKANLAR, PERSPEKTİFLER

Ne demiş uçurumda açan çiçek/yurdumsun ey uçurum
Cemal Süreyya

Türkiye'nin geleceği üzerinde iddia sahibi olan tarafların çatışması ihtimal ki, küresel dengelerin yerli yerine oturması, özellikle Avrasyanın paylaşımının tamamlanmasına kadar devam edecektir. Bu sürenin AB'nin Türkiye'ye verdiği 2010 tarihinden erken olmayacağı söylenebilir.

İçerdeki çatışma ise bu tarihe kadar bir denge durumunda geçici olarak uzlaşma ile dondurulacak gibidir. Yine muhtemelen iki ana partili yarı başkanlık sistemi yada aynı anlama gelecek yenilenmiş bir parlamenter düzenin ikamesi gündeme gelebilir.

Öyle anlaşılmaktadır ki iki taraf için TSK'nin siyasi ve ekonomik vesayetini törpülemek ve revizyonist dış politika eğilimini güçlendirmek,bu sürecin en temel iki çatışma ekseni olacaktır.

Milli bir restorasyon perspektifi tüm bu realiteler bağlamında daha çok önem kazanmaktadır. Bu perspektifin temel çerçevesini ana hatlarıyla özetlemek gerekirse;

1-Milletin tümünü temsil ve ifade eden bir Devlet aklı inşa edilmelidir.

2-Devlet çeperini işgal eden batı destekli oligarşik güçlerin imtiyaz, tazyik ve manipülasyonlarına direnecek dinamikler tekrar harekete geçirilmeli ve anadolu insanının devlette tahkimatını içeren yeni bir elit dönüşümü gerçekleştirilmelidir.

3-Düveli muazzamanın iç çelişkilerini kullanmaya ve kendi kartlarını güçlendirmeye ayarlı pro-aktif ve çok taraflı bir dış politika doktrini geliştirilmeli ve en az 50 yıllık bir stratejik vizyon belirlenmelidir.

4-Dış güçler ve oligarşi adına milletin elini kolunu bağlayan, güçsüzleştiren ve mülksüzleştiren politikalar bütün uygulayıcıları ve sonuçlarıyla birlikte tasfiye edilmelidir. Milleti güçlendirecek siyasi, ekonomik ve sosyal reformlar uygulamaya konmalı, temel hak ve özgürlükleri sağlayacak tam demokratik ve hukuk temelli yeni bir düzen inşa edilmelidir.

5-Kemalist güçlerin bağımsızlık, 2.Tanzimatçıların değişim talepleri, milli bir perspektifle sentezlenmeli, bu tarafların tüketici çelişkisi modern, müslüman, demokrat ve büyük Türkiye projeksiyonu ile aşılmalıdır.

6-Batılılaşma ve avrupalılaşma politikaları terk edilmeli ve milli bir modernleşme perspektifi geliştirilmelidir. Dünyaya açık, modern değerleri içeren ve küresel trende dahil olabilen bir millilik anlayışı geliştirilmelidir.

7-Laiklik, cumhuriyet, demokrasi ve etnik talepler gibi güncel sorunlar milli meşruiyet ölçüsü ile değerlendirilmeli ve çözüme kavuşturulmalıdır. Milli meşruiyet, milletin tek karar verici kılınması ve demokratik mekanizmalarla bunun sürekli teyit edilmesini gerekli kılar.

8-Dirlik ve düzenin artık denetim ve kontrol yoluyla değil katılım ve toplam kalite artışını sağlayacak gerçek bir hukuk düzeni sayesinde sağlanacağı gerçeğine uygun bir konsept değişikliği sağlanmalıdır.

Bu perspektifler çerçevesinde uzlaşılarak gerçekleştirilecek bir milli restorasyon, herhangi bir 'taraf'ın değil, bütün Türkiye'nin çağ değiştirmesi anlamına gelecektir. Artık düzen çökmüş, dirlik bozulmuş, statüko en ciddi sorun haline gelmiştir. Tarihin ve coğrafyanın tanıdığı süre ve imkanlar tükenmektedir. Artık sentetik çelişkiler üzerinden ölecek ve öldürecek insanımız ve takatimiz kalmamıştır. Artık bu ülkenin gerçek sahiplerinin sahneye çıkıp irade koyma vaktidir. Aksi halde veba ile kolera arasında tercih yapmak yada bu ülkeyi terk edip daha özgür ve onurlu yaşanacak her hangi bir yeri vatan edinmek dışında bir yol yoktur.


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
  Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[Kayzer.Net] Mondros, Sevr Ve Lozan'dan GÜnÜmÜze, Gelİbolu Yarimadasindakİ Yabanci Mezarliklar

Lozan Barış Görüşmelerinde, bir kısmı bugün de bizim için güncelliğini koruyan çok önemli konular tartışılmış, taraflar arasında çetin pazarlıklar yapılmış ve zaman zaman görüşmeler kesilme noktasına bile gelmiştir. Sonuçta, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Barış Andlaşması Senedi ile, Osmanlı Borçları (Düyun-u Umumiye), Ahali Mübadelesi, Azınlıkların Durumu, Arazi Meseleleri ve Kapitülasyonlar gibi önemli sorunlar çözülebilmiştir. Bir kısım sorun da, ilgili devletler arasında daha sonra yapılacak görüşmelerle çözülmek üzere ertelenmiştir.

Lozan'da üzerinde çok ciddi tartışma ve pazarlıklar yapılan bir diğer önemli konu da, Türk Boğazlarının statüsüyle ilgili olup bu sorun, Boğazlar Sözleşmesi olarak bilinen ve Lozan Andlaşması'nın bir parçası olan sözleşme ile çözüme kavuşturulmuştur.

Türk Boğazları görüşülürken üzerinde önemli tartışma ve gene çetin pazarlıkların yapıldığı bir diğer sorun ise, Türkiye'deki ve özellikle Gelibolu Yarımadasındaki yabancı mezarlıkların durumu olmuştur. Sonuçta konu, Lozan Anlaşması'nın V, Bölümünde yer alan 129. Madde'de ayrıntılı olarak çözüme kavuşturulmuş.

Bu incelemede Gelibolu Yarımadası'ndaki Yabancı Mezarlıklar konusunu ele alışımızın temel nedeni ise, son zamanlarda yerel ve genel basınımızda kısaca yer alan, ancak üzerinde pek durulmayan şu iki gelişmedir:

Gelibolu Tarihi Milli Parkı'nın Dünya Miras Listesine alınması ve bu çerçevede Avustralya Hükümeti'nin Anzak koyu olarak belirtilen bölgenin de bu listeye alınmasına ilişkin çabaları.

Milli Parklar İdaresinin aşamalı planlayıp eşzamanlı olarak uygulamaya geçirdiği proje çerçevesinde, Yarımada'da raylı sistem yoluyla ulaşımın gerçekleştirilmesine ilişkin, Avustralya ve Yeni Zelanda basınında yer alan, Gelibolu Disneyland'a mı dönüşecek? şeklindeki tepkiler.

Aslında, Dünya Miraslarını listeye alma konusu UNESCO'ya bağlı Birleşmiş Milletler Dünya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından yürütülmektedir. Birleşmiş Milletler Dünya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Sözleşmesi 17 Aralık 1975 yılında yürürlüğe girmiş olup, Türkiye bu sözleşmeye 16.8.1983'ten beri taraftır. Ancak yaptığımız kısa bir inceleme, Gelibolu Milli Parkı ile ilgili olarak ortada farklı yaklaşımların ve girişimlerin olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Biz Gelibolu Milli Park Alanı'nın tümünü Dünya Kültür mirası'na alınmasını isterken, Avustralya Hükümeti'nin düşüncesi, Gelibolu Yarımdasının Dünya değil Avustralya Miras Listesi'ne sokmaktır.

Konu bu yönüyle ilginç ve önemli olduğu için inceleyip tartışmak ve bazı noktalara dikkati çekmek yararlı olacaktır. Bunu yaparken de işe önce, Mondros Silah Bırakışması ve Sevr Andlaşması'na varan görüşmelerde konunun nasıl ele alındığını ve özellikle de, Galip Devletlerin algılayış ve yorum biçimlerini anlamak gerekmektedir.

Mondros ve Sevr'de Gelibolu Yarımadasındaki Yabancı Mezarlıklar 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Silah Bırakışması ve daha sonra hazırlanan Sevr Barış Andlaşması, Osmanlı Devleti'nin tarih sayfalarından silinişini amaçlayan belgelerdir. Kısaca belirtmek gerekirse Sevr, doğrudan Osmanlı topraklarının parçalanmasını ve uzun yıllardan beri Avrupa'nın başını ağrıtan Doğu Sorunu'nu kökünden çözmeyi amaçlamaktadır. Andlaşmanın hükümleri incelenip, nelerin nasıl düzenlendiğine bakıldığında, bu husus çok açık bir şekilde görülmektedir.

Sevr Andlaşması'nda "Savaş Suçluları ve Mezarlar" başlığı altında düzenlenen, Gelibolu Yarımadasındaki mezarlıklara ilişkin maddeler de aynı özelliği yansıtmakta kesin, bağlayıcı ve çok geniş bir alan üzerinde İngitere, Fransa ve İtalya'ya geniş yetkiler tanımaktadır. Sevr Andlaşması'nın 18. maddesi mezarlarla ilgili düzenlemeyi yapmakta ve şu çerçeveyi oluşturmaktadır.

"Türk Hükümeti ülkesi sınırları içerisinde kalan ve sınırları Sevr ile belirlenen toprak parçası üzerindeki mülkiyet (ownership) ve münhasır kullanım haklarını (exclusive rights) tümüyle İngiltere, Fransa ve İtalya'ya devredeceklerdir. Bu ülkeler söz konusu ve gerekecek topraklarda çarpışmalarda vurulup ölen, yaralanıp ölen asker ve gemicilerine mezar, anıt; buralara ulaşım için yol yapacaklardır.

18. madde dikkatle incelendiğinde, mezarlık ve anıt yapımı amacıyla ve buralara ulaşım sağlamak için yapılacak yollar için, çok geniş bir arazi tanımı yapılmaktadır.
"Çarpışmalar sırasında vurulup ölen çarpışmalarda yaralanıp sonra ölen salgın hastalığa yakalanıp ölen kaza sonucu ölen asker ve gemiciler için mezar ve anıt yapmak amacıyla..."

" Ayrıca bu yerlere ulaşacak yol yapımı için gerekecek toprak..."

Görüldüğü gibi istenen toprak parçası ve/veya parçalarının yeri ve sınırı, büyüklüğü kesin değildir. Gerektiğinde yani yerler istenebilecek ve bunun için de Galip Devletlere açık yetki veren bir durum söz konusudur.

Anlaşıldığı kadarıyla, Çanakkale'de önce deniz, daha sonra da kara muharebelerinde uğradıkları yenilgi ve bu yenilginin getirdiği askeri, iktisadi, siyasi, sosyal ve psikolojik yıkımın etkisiyle İngiltere başta olmak üzere Galip Devletler, özellikle Gelibolu Yarımadası'ndaki mezarlar konusunda daha kızgın, hırslı ve tavize yanaşmaz bir tutum içindedirler. Onların bu tutumu Lozan Konferansı görüşmelerinde de devam edecektir.

LOZAN GÖRÜŞMELERİ'NDE GELİBOLU YARIMADASI'NDAKİ MEZARLIKLAR

Lozan Barış Andlaşması bizim açımızdan Osmanlı İmparatorluğu'nu gömerken, Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşunu da belgeleyen uluslar arası bir sözleşmedir.

Lozan Andlaşması'na varan görüşmeler sırasında, Başta İngiltere olmak üzere Müttefik Devletler ise 1918 galipleri oldukları noktasında ısrar ederken, biz bu yenilgiyi kabullenmeyip, 1919-1923 arası verdiğimiz ulusal kurtuluş mücadelesi sonucu masaya oturduğumuzu ve durumumuzun 1918'den çok farklı olduğunu vurguluyorduk. Gerçi görüşmeler öncesi tarafların eşit şartlarla masaya oturacağı teorik olarak kabul edilmişti ama, Müttefik Devlet temsilcileri uygulamada, yani konferans başladıktan sonra bu şartı başka yönlere çekmeye, 1918'e götürmeye uğraşmışlardır.

Tarafların konuya bu farklı yaklaşım, tutum ve ısrarları, görüşmelerde ele alınan tüm sorunlar tartışılırken görülmüştür. Aynı durum, Gelibolu Yarımadası'ndaki Yabancı mezarlıkların konumu tartışılırken de egemendir. "Prof. Dr. Seha L. Meray'ın günümüz Türkçesi'ne kazandırdığı "Lozan Barış Konferansı Tutanaklar-Belgeler" adlı çok değerli bir çalışmada, tüm bu gerçekler belgeleriyle yer almaktadır. Bu çalışmada, konuya ilgili duyanlara yardımcı olmak amacıyla görüşmelerin mezarlıklara ilişkin bölümlerini bir araya getirerek, derli toplu sunmayı amaçladık.

Örneğin 8 Aralık 1922 Cuma günü öğleden sonra yapılan oturumda İngiltere temsilcisi Lord Curzon ile, Türk temsilci İnönü arasında geçen tartışmalar bu açıdan ilginçtir:

Lord Curzon " ...Son olarak, görüşmelerimizde söz konusu edilmeyen bir nokta kalmaktadır; bu nokta üzerinde Müttefik Devletler direnmek zorundadırlar. Biz savaş sırasında ölen kahraman askerlerimizin ve denizcilerimizin Türk ülkesinin çeşitli yerlerinde bulunan mezarlarını kapsayan toprakların, mülkiyetiyle birlikte Müttefiklere verilmesini istemek zorundayız. Bizim için bu yerler kutsal topraklardır, ben, birçok defa ulusal duygulara seslenmiş olan Türk Temsilci Heyeti'nin, bu pek doğal isteği yerine getirmekte hiç bir itiraz öne sürmeyeceği kanısındayım"

İsmet Paşa "Lord Curzon'un Gelibolu mezarlarına ilişkin isteğine cevap vererek, bütün mezarları ve özellikle savaş alanında ölmüş askerlerin mezarlarına saygı göstermenin, Türklerin bir geleneği olduğunu hatırlattı. Bununla birlikte, mezarların bulunduğu toprağın mülkiyetine ilişkin olarak Lord Curzon'un kullandığı terimleri anlayamamış olduğunu" söyledi. Ve özetle. Türk Temsilci Heyetinin, uzmanlarla çalıştıktan ve gereken ayrıntılı bilgileri elde ettikten sonra, bu sorunu yeni bir açıdan inceleyeceğini bildirdi.

Lord Curzon, egemenlik ve mezarlarla ilgili olarak İsmet Paşa'yı şöyle yanıtlar:

"Egemenlik, souverainete, sovcreignty teriminden mülkiyet (propriete), ownership terimini bilerek kullanılmıştır. Bu konuda Müttefiklerin düşüncesini tam olarak gösteren Sevres Andlaşması'nı 18. Maddesinin hazırlanması sırasında, bu sorun enine boyuna tartışılmıştı. Müttefiklerin bugünkü istekleri de aynıdır."

Fransız temsilcisi M. Barrere de Lord Curzon'u destekler ve şöyle der:

"Bu konuda Müttefiklerin isteklerine benzer bir ayrıcalığı, Fransız Hükümeti'nin yakın zamanlarda, Suriye'deki Süleyman Şah'ın mezarına ilişkin alarak Türkiye'ye tanıdığını" hatırlatır.

Lord Curzon'da Mr. Barrere'e destelemek için, "Kraliçe Viktorya'nın zniyle Saint-Helene adasında (Napolyon'un son altı ayını yaşadığı ada) çok geniş bir toprağın, Fransız Hükümetinin mülkiyetine bırakılmıştır. Orada Fransız konsolosu oturur. Bu Gelibolu'ya benzer" şeklinde bir değerlendirme yapar.

İsmet Paşa "Uzmanlarla işbirliği yapılarak yürütülmesi gereken pek çok iş olduğunu bildiğini söyledi. Kendisi, kara ve denizle ilgili askeri hükümlerin, Boğazlara ilişkin hükümlere sıkı sıkıya bağlantılı olarak incelenmesinin zorunlu olduğu kanısındadır. Birinci konu üzerinde iyice bilgi edinmeden, ikincisinin olumlu olarak ele alınmayacağı anlaşılmalıdır" der.

Görüşmeler sonucu Mezarlıklar Alt- Komisyonu bir rapor hazırlamıştır. Bundan sonra yapılan görüşmelerde, Lord Curzon ve İsmet Paşa arasında gene ilginç tartışmalar geçmiştir. Bunlara da kısaca bakmak, konunun önemini ve bugünkü sorunu anlamak açısından yararlı olacaktır.

İsmet Paşa, Türk Temsilci Heyetinin, karşılıklı olmak şartıyla, mezarların bakımlı tutulmasına ilişkin bütün tedbirlerin uygulanmasını elden geldiği ölçüde kolaylaştırmayı, bir insanlık görevi saydığını söyledi. Ölülerin gömülü bulunduğu yerlere saygı göstermek Türklerin geleneklerindendir. Bununla birlikte, şu da kabul edilecektir ki, ölülerin gömülmesi ve onları anmak için anıt dikilmesi amacıyla bir toprak parçası ayrılırken, ilk yapılacak şey, önce, bu toprak parçalarının sahipleriyle anlaşmaktır. Gelibolu Yarımadasında bulunan mezarlıklar, daha önceden bu amaçla ayrılmış olduğundan, bunların bulundukları yerlerde bırakılmasını, Türk Temsilci Heyeti, kendiliğinden kabul etmektedir. Bu da, Türk Temsilci Heyetinin, bu gibi yerlere ne derin bir saygı duyduğunu göstermeğe yeterlidir. Söylemek bile gerekmez ki, bu mezarların genişliğini ve yüz ölçümü saptarken, bunu, Mezarlıklar Komisyonundaki Türk üyenin de uygun bulmuş olması kesin olarak zorunludur. Sonradan öne sürülecek itirazlar üzerine, ayrılmış bu toprak parçasının gerektiğinden daha geniş olduğu anlaşılırsa, Türk Temsilci Heyeti, artan toprak parçasının, mezarların yerlerini değiştirmeye kalkışmadan, geri verilmesi gerekeceği düşüncesindedir.

Silah-bırakışımından (mütarekeden) bu yana Müttefiklerin askeri işgali altında konulmuş bir bölgede, ölülerin kalıntılarının henüz bir araya toplanmamış olması mümkün değildir. Öte yandan, Türk Temsilci Heyeti Arıburnu'ndaki mezarlıklara karşılık olarak çok geniş bir toprak parçasının ayrılmasını öngören ve onaylanmamış Sevres Andlaşma tasarısından alınmış bir maddeyi metinden çıkartmamayı kesin olarak haksız bulmaktadır.

Birçok başka haklar gibi, Türk ulusu da, anayurt dışında bulunan pek çok ülkelerde ve sayısız savaş alanlarında kanını bol bol akıtmıştır. Böyle olunca, Türk Temsilci Heyeti, düşünüş biçiminin ve öne sürdüğü kanıtların doğruluğunu olduğu kadar, haklılığını da, müttefik Temsilci Heyetlerinin göreceklerini ve mezarlara ilişkin tasarının 6. maddesinden vazgeçememekte direnmeyeceklerini
ummaktadır.

İsmet Paşa, önce en sağlam ilkeleri belirtmekle söze başlamış, sonra da, ölülere ve yattıkları yerlere Türk ulusu kadar derin saygı gösterme eğiliminde olan başka hiçbir ulusun bulunmadığını söylemiştir. Lord Curzon, olayların, bu söylenen sözlere tam uygun düşmüş olmalarını dilemekle birlikte gerçeğin böyle olmamasından korkmaktadır. Savaştan bu yana üstelik, geçen yıl bile, Lord Curzon, mezarlıklara karşı Türk askerlerinin inanılmaz bir saygısızlık gösterdikleri konusunda pek çok olay öğrenmiştir. Lord Curzon, İzmir'deki İngiliz Mezarlığının şimdi ne durumda bulunduğunu göstermek için de İzmir'e -Fransız mezarlığının durumunu göstermek için de Antep'e- götürmek ve böylece, biraz önce ismet Paşa'nın belirttiği çok güzel ilkeleri yetkili Türk makamlarının nasıl uyguladıklarına kendisini inandırmak istedi. Şimdiki soruna gelince, Lord Curzon, Komisyonun ve dünyanın, Türk Temsilci Heyetiyle, Müttefik Temsilci Heyetleri arasında tartışılan konunun tam olarak ne olduğunu anlamasını istemektedir; çünkü, ona (Lord Curzon'a) öyle gelmektedir ki, bütün dünya, Türk Temsilci Heyetinin şimdiki tutumu gibi bir davranışı gerçekten gösterebilmiş olduğuna inanmakta çok güçlük çekecektir.

Türk Temsilci Heyetinin birinci çekincesi (ihtirazi kaydı), İngiliz İmparatorluğu ve barış uğruna savaşmak üzere, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi uzak ülkelerden gelerek can vermiş insanların yatmakta oldukları bir toprak şeridine ilişkin, 6.madde konusundadır. Bu insanlar, en yüksek yurtseverlik duygusuyla, ülkülerin en soylusu uğruna savaşmak üzere, dünyanın en uzak ülkelerinden gelmişleridir. Bu ölülerin huzur ve saygı içinde yatmalarına izin vermek mümkün olmayacak mıdır? Söz konusu toprak şeridi 4,5 kilometre uzunluğunda ve 1,5 km genişliğinde, çorak bir toprak parçasıdır. Bugün de bu toprak parçasında 19 mezarlık vardır, bu mezarlıkların arasında bulunan ve yarı dolmuş ya da olduğu gibi duran siper kalıntılarından oluşmuş toprak parçasının her yanında, kimlikleri belirsiz birçok başka asker ölüleri de yatmaktadır. Bu bölgede kimse oturmamaktadır; etkili bir toprak da değildir. Bu toprak parçasının ne Türk Hükümeti ne de herhangi bir kimse için bir değeri vardır; fakat oğulları ve kardeşleri orada yatmakta olan Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar için, bu toprak parçası, tarih ve duygu yönünden, çok derin bir anlam taşımaktadır. Türk Temsilci Heyeti, bu 19 mezarlığın varlığını kabul etmeye hazır olduğunu bildirmektedir; fakat aynı zamanda bu mezarlıkları ayıran küçük toprak parçasının bu özel bölge dışında tutulmasını istemekten de çekinmemektedir. İngiliz temsilci Heyeti ise, bu bölgenin tümüyle bir bütün sayılmasını ve buraya kutsal bir toprak parçası olarak saygı gösterilmesini istemektedir. Lord Curzon, herhangi bir ulusun ölülere karşı başka türlü bir ödev duygusu taşımasının mümkün olmayacağı kanısındadır; İngiliz Temsilci Heyeti, tutumunun hakseverliğe uygun olduğuna Komisyonu inandırmak için, durumu Komisyona anlatmanın yeterli olacağını düşünmektedir.

Türk Temsilci Heyetinin ikinci çekincesi, 7.maddeye ilişkindir; bu çekince, Gelibolu Yarımadası'nın çeşitli yerlerinde, bir İngiliz Komisyonunca, daha önceleri yapılmış mezarlar konusundadır. Müttefikler, yeni mezarların yerlerini saptama ve mezarlıklarda değişiklikler yapılmasına göz yummazlar. Şüphe yok ki, Türk yetkilileri bu mezarları ziyaret edebilirler; ne biçim olduklarını görebilirler; fakat; İngiliz Temsilci Heyeti, bunlarda herhangi bir değişiklik yapılmasına razı olmaz.Gelibolu Yarımadası'nda savaşarak binlerce ölü veren İngiliz İınparatorluğu'nun çeşitli bölümlerini temsil etmek üzere kurulmuş Savaş Mezarları imparatorluk Komisyonu, çeşitli savaş alanlarında can vermiş İngiliz İmparatorluğu askerlerinin kalıntılarını mezarlıklarda toplamak gibi genel bir amaçla, şimdiden, büyük paralar harcamış bulunmaktadır. Lord Curzon, bu konunun tartışılacağını bilseydi, bu toprak parçasının durumunu komisyona göstermek için fotoğraflarını da getirtirdi. Komisyonun işi gerçekten sona ermiştir; İngiliz Temsilci Heyeti, Türk Temsilci Heyetinin şimdi işe karışmasına ve daha önceden uygulamaya konulmuş planları değiştirmeye ya da kısıtlamaya çalışmasına razı olamaz.

İsmet Paşa ölülere karşı Türklerin gösterdiği saygıdan söz ederken, Lord Curzon, Alt-komisyonun ilk oturumlarında Türklerin, daha önce bu mezarlıklara gömülmüş ölülerin çıkartılmasını ve Gelibolu'da büyük bir mezarlık kurularak, bütün ölülerin buraya gömülmesini teklif etmiş olduklarını hatırlatmaktan kendini almamıştır. Bu teklif müttefiklerce korkunç bir şey olarak karşılanmış ve Türk Temsilci Heyeti de bu teklifinde direnememiştir.Lord Curzon'un az önce belirtmiş olduğu ve İngiliz Temsilci Heyetini özellikle ilgilendiren bu iki noktada, İngiliz Temsilci Heyeti kesin olarak fedakarlıkta bulunmama kararındadır. İsmet Paşa karşılıklı olma (reriprocite) gereğinden söz etmiştir. Lord Curzon, bu ilkeyi tamamıyla kabul etmektedir: İsmet Paşa, gitsin de, İngiliz yetkililerinin Mezopotamya'da, Filistin'de, Süveyş Kanalı boyunca Türk mezarlıklarına nasıl davrandıklarını görsün. Bu, çok iyi bir deney olacaktır.

Ölüler üzerinde pazarlık yapılmaması gerekir. Türk Temsilci Heyeti son haftalar içinde yaptığı gibi, başka her konuda pazarlığa girişebilir, fakat ülkeleri uğruna canlarını vermiş olan askerlerin ölüleri üzerinde pazarlığa girişemez. Böyle bir konuda, Türk Temsilci Heyeti'nin karşısına, insanlığın yaralanmış duyguları dikilecektir. Müttefikler, Türkiye'nin duygularına saygılıdırlar. Türkiye de onların duygularına saygı göstermelidir. Lord Curzon, bir Türk camiine girdiği zaman, Türklerin kutsal saydıkları döşeme taşlarına ayakkabı ile basmamak için terlikler giymeye hazırdır. Müttefikler de, askerlerinin ölüleri gömülü olan yerler için aynı duyguları beslemekte ve bunların gereken saygıyla çevrili bulunmalarında direnmektedirler. Lord Curzon, İstanbul'daki İngiliz birliklerini geri çekmekten başka bir şey düşünmediğini az önce söylemiştir. İngiliz Hükümeti, Gelibolu'daki İngiliz birliklerini geri çekmeyi de daha az istememektedir; bununla birlikte, bu sorun, saygı, hak gözetirlik ve onur duyguları içinde çözümlenmedikçe, tek bir asker bile geri çekilmeyecektir.

İsmet Paşa, Lord Curzon'un birtakım iddialarına karşılık vermenin yararlı olacağını söyledi. Türk Temsilci Heyeti, mezarlıklar ve mezarlar sorunlarını incelemenin ve tartışmanın çok nazik bir şey olduğunun farkındadır. İsmet Paşa, her türlü yanlış anlamaları ve kasıtlı yorumları ortadan kaldırmak için, bu sorunu Temsilci Heyeti Başkanı, İzmir'de ve başka yerlerde meydana geldiği söylenen birtakım olaylara değinmiştir. Lord Curzon, vaktiyle de buna benzer olaylardan söz edildiğini ve Türk makamları gerekli soruşturmaları yaptıktan sonra, bu araştırmaların sonuçlarının, İngiliz makamlarını tamamıyla tatmin ettiğini hatırlayacaktır. Askeri hareketler süresince bile aynı nitelikte üzücü olaylar görülmüştür., fakat bu olayları Türklerin yapmamış olduğu ortaya çıkmıştır; tam tersine, herkesçe bilinmektedir ki, Türk makamları bu olayları İngilizlere kendileri bildirerek, gerekli tedbirlerin bir an önce alınmasını istemişlerdir. Böyle olunca, Türk Temsilci Heyeti, İngiliz ve Fransız mezarlıklarının korunması için de gereken bütün tedbirlerin alınmış olduğu konusunda, İngiliz Temsilci Heyeti başkanına güvence (teminat) verebilme durumundadır. Askeri hareketler sırasında orada ya da burada birtakım tek tek olaylar meydana gelmişse, bunları Türk ordusuna veya Türk makamlarına yüklemek için de hiçbir neden ya da hiçbir kanıt kesinlikle yoktur. Buna karşılık, Türk birlikleri Çanakkale'ye yaklaştıkları zaman, Türk mezarlıklarına karşı hem Türklerin hem de Müttefiklerin, yabancı mezarlıklara dilediklerinden çok başka bir biçimde davranılmış olduğunu, büyük bir üzüntü içinde görmüşlerdir. Bu yüzden, Türk Temsilci Heyeti, bütün tarafların yakınmalarının bu ölçüde dürüstlük içinde dinlenilmesi, gerçek olup olmadıkları denetlenmemiş söylentilere güvenmekle yetinilmemesi gerektiğini de belirtmek ister.

İsmet Paşa, bundan sonra Gelibolu mezarlıkları sorunun incelenmesine yeniden dönerek konferans önünde olduğu kadar, uygar dünyanın kamu oyu önünde de açıkça belirtmek ister ki, hem kendisi hem de silah arkadaşları- başka bir deyimle, silahlanmış bütün Türk ulusu-için, yurt ayrımı yapmaksızın şerefle canlarını vermiş, düşünülebilecek ülkülerin en yücesi olan yurt sevgisi yolunda ölmüş savaşçılar kadar hiç kimse en derin bir saygı duyulmasını hak etmemektedir. Türkler, savaş alanında ölenleri ermiş ve kutsal saymakta, günahlarını Tanrı'nın bağışlamış olduğunu kabul etmektedirler. Türkler bu saygıya büyük önem verdikleri içindir ki, bu duygunun siyasal ya da stratejik amaçlarla tüketilmesine karşı çıkmaktadırlar. Türkiye'de ve Gelibolu'da yabancı mezarlıkların korunması, onlara saygı gösterildiğini ispat eder; fakat bundan, mezarlıkların kapsadığı alanın genişletilmesine bir vesile olarak kullanılması anlamı da çıkmaz. Nitekim, iki ölünün gömülmesi için bu Konferans salonunun yüzölçümü kadar bir toprak parçası gerekirse, bütün Ouchy bölgesini bir duvarla çevirmeye kalkışmak yetersiz olur. Böyle olunca, gereksiz oldukları anlaşılan tedbirlerin alınmış bulunduğu durumlarda, bu tedbirleri yeniden gözden geçirmek ve bulunan ölülerin gömülmesi için gerekli olmayan toprakları sahiplerine geri vermek doğal görünmektedir.

Bundan sonra Arıburnu sorununa geçen İsmet Paşa, Türklerin, orada bulunan mezarlıklar için gerekli bütün toprakları vermiş olduklarını söyledi. Toprağa olan ihtiyacın sonu gelmez bir biçimde artması düşünülemez. Mezarlıklardan sonra, şimdi de savaş alanları istenmektedir. Bunun mezarlar konusuyla hiçbir ilgisi olmadığı anlamaktan daha kolay hiçbir şey yoktur. Lord Curzon'un istemekte olduğu toprak parçası bir mezarlık değil, fakat Çanakkale Savaşları sırasında askeri hareketler için temel olarak kullanılan ve her zaman böyle bir amaçla kullanılabilecek bir toprak şerididir. İsmet Paşa, bu konunun mezarlar sorunuyla ne ilgisi olduğunu Konferansa sormak istemektedir. İsmet Paşa'nın kanısınca, mezarlar gibi nazik bir soruna başka davaları, siyasal ve askeri maksattan ekleyerek, sorunu karmaşıklaştırmamak ve içinden güç çıkılır bir duruma sokmamak da Temsilcilerin görevleri arasındadır. İsmet Paşa, dürüst bir tutumla cesaretle yapılmış olan bu açıklamaların, kahramanların kalıntılarına karşı Türklerin duydukları sonsuz saygı konusunda olduğu kadar, bu konuya, yaşayanların çıkarlarını bulaştırmaktan tiksinti duyduklarına da, dünya kamuoyunu inandıracağını ummaktadır.

Lord Curzon, İsmet Paşa'nın dediklerine tek bir cümle ile karşılık vereceğini söyledi: Lord Curzon, Türk Temsilci Heyetinin, basit bir insanlık ve şeref davranışında bulunmak fırsatını bir kez daha kaçırmış olduğuna üzülmektedir.

İsmet Paşa, Lord Curzon'un bu sözüne karşı, şimdiye kadar acıma ve şeref duygularıyla ilgili ödevleri yerine getirme fırsatlarından hiç birini kaçırmamış olan Türk Hükümetinin, bütün öteki yabancı Hükümetler kadar ve onlar gibi, böyle davranmaya ara vermemekten mutluluk duyacağını söyledi. İsmet Paşa, mezarlara Türklerin öteki uluslardan daha az saygı göstereceklerini sanmak için ortada hiçbir neden olmadığını yeniden belirtti.

Bilindiği gibi Lozan'da görüşmeler 24 Temmuz 1923'e kadar sürecektir. Mezarlıklar konusuna ilişkin sorunlar da aynı süreçte ele alınacak, ilgili taraflar, bu konuda hazırlanan farklı rapor ve metinlerde yer alan öneri ve karşı önerilerde olabildiğine kendi isteklerini kabul ettirmeye çalışacaklardır. Görüşmelere ilişkin belgeler incelendiğinde, Türk Temsilci Heyeti'nin, başta İsmet İnönü olmak üzere ne denli direnip pazarlıklar yaptıkları, nasıl kıran kırana bir diplomasi ve sinir savaşı vererek, ulusal çıkarları nasıl korudukları açıkça anlaşılabilmektedir.

Artık genel bir barışa doğru yaklaşılmaktadır. Büyük sorunların önemli bir bölümü üzerinde taraflar görüş birliğine varmıştır. Ancak pazarlıkların ve görüşmelerin hızı hiç kesilmemiştir. Türk Heyeti Temsilcileri sık sık "... yaptıkları özverilerin sınırına geldiklerini, kanlı çarpışmalar yeniden başlarsa bundan kendilerinin sorumlu tutulamayacağını tüm dünyanın bilmesi gerektiğini" ısrarla dile getirmek gereğini duymaktadır.

Dışişleri Bakanı İnönü'nün, Müttefik Devletler Dışişleri Bakanlarına yolladığı 8 Mart 1923 tarihli mektup, aynı noktayı dile getirmekte ve karşı tarafa sorumluluklarını hatırlatmaktadır. İnönü bunun ardından da Mezarlıklar konusunda Türk karşı önerilerini sunmaktadır. Söz konusu mektubun son paragrafı aynen şöyledir.

" Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, dünyanın esenliğini yeniden tehlikeye düşürebilecek etkenleri ortadan kaldırmanın ve bütün halkların istemekte oldukları barışçı ve olağan ilişkiler yerine, son yıllardaki korkunç yıkımların yeni bir parlama sonucunda bir kez daha ortaya çıkmasını önlemenin, ilgili taraflar için kesin bir görev olduğunu göz önünde tutarak, Müttefik Devletlerden cevaplarını mümkün olduğu kadar kısa bir şiire içinde bildirmelerini diler"

Türk Hükümeti mezarlar konusunda verdiği teklifte konuyu her yönüyle ayrıntılı olarak dile getirmekte ve herhangi bir yanlış anlaşılmaya ya da farklı yoruma yer vermeyecek biçimde ortaya koymaktadır. Mezarlıklar konusundaki Türk önerileri, aynen şöyledir:

"Türk hükümetince kullanımı bırakılacak toprak parçaları arasında özellikle İngiliz İmparatorluğu için, Anzac (Arıburnu) bölgesindeki toprak parçaları da bulunmaktadır.

İngiliz imparatorluğu 'nıın yukarıda adı geçen toprak parçasından yararlanması aşağıdaki şartlara bağlı olacaktır:

1.Bu toprak parçası, Barış andlaşmasıyla belirtilen amacından başka herhangi bir amaçla kullanılmayacaktır; bu yüzden hiçbir askerlik ya da ticaret amacıyla, ya da yukarıda belirtilen asıl amacı dışında kalan baışka hiçbir amaçla kullanılmayacaktır.

Türk Hükümeti'nin bu toprak parçasını mezarlıkları da kapsamak üzere, denetlemeğe her zaman hakkı olacaktır,

3.Mezarlıkları korumakla görevli sivil bekçilerin sayısı mezarlık basına bir bekçiden çok olmayacaktır.Mezarlıklar dışındaki toprak parçası için ayrıca bekçiler bulunmayacaktır.

4.Bu toprak parçasında, ister mezarlıklar içinde ister dışında, yalnız bekçiler için kesin olarak gerekli konutlardan başka konutlar yapılmayacaktır.

5.Bu toprak parçasının kıyısında, insan ya da yük yüklemeyi ya da karaya çıkartmayı kolaylaştıracak hiç bir rıhtım, dalga kıran ya da iskele yapılmayacaktır,

6.Bu toprak parçasını ziyaret için gerekli bütün işlemler yalnız Boğazların iç kıyısında yapılabilecek ve bu toprak parçasına Ege Denizi kıyısından girmeye, ancak bu işlemlerin tamamlanmasından sonra izin verilecektir.

7.Bu toprak parçasını ziyaret isteğinde bulunan kimseler silahlı olmayacaklardır; Türk Hükümetinin bu yasağın uygulanmasını denetlemeye hakkı olacaktır.

8.Türk Hükümeti 150 kişiyi aşan ziyaretçi topluluklarının gelişinden en az bir hafta önce haberdar kılınacaktır.

LOZAN BARIŞ KONFERANSI NİHAİ BARIŞ SENEDİ'NDE MEZARLIK VE ANITLAR

Sonuçta 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Barış Andlaşması ile büyük sorunlar yanı sıra, Mezarlar konusu da çözüme bağlanmıştır. Andlaşmanın başlangıç kısmında taraflar şu ortak görüş ve iradelerini dile getirmektedirler.

"1914 yılından beri Doğu'nun huzurunu bozan savaş durumuna kesin bir son vermek için aynı istekle duygulu olarak, ulusların ortaklara refah ve mutluluğu için gerekli olan dostluk ve ticaret ilişkilerini aralarında yeniden kurmak özlemi içinde, ve bu ilişkilerin, Devletlerin bağımsızlığına ve egemenliğine saygı temeline dayanması gerektiğini düşünerek, bu amaçla bir Andlaşma yapmayı kararlaştırmışlar ve tam yetkili temsilcilerini atamışlardır "

Lozan Andlaşmasının V. Bölümü Savaş Tutsakları ve Mezarlarla ilgili sonuç hükümlerini düzenlemektedir.

konusundaki temel ilkeleri ortaya 124. madde Mezarlar ve Anıtlar koymakta ve genel çerçeveyi çizmektedir.

"... Bağıtlı Yüksek Taraflar, içlerinden her birinin, 29 Ekim 1914 tarihinden bu yana savaş alanında can vermiş, ya da yaralanma, kaza ve hastalık yüzünden ölmüş askerleri ve denizcileriyle, aynı tarihten bu yana tutsaklıkta ölmüş savaş tutsakları ve göz altı edilmiş sivillerin, kendi yetkileri (otoriteleri) altındaki topraklarda bulunan mezarlıklarına ve kemiklerine ve onları anmak için dikilmiş anıtlarına saygı gösterecekler ve bunların bakımını sağlayacaklardır.

Bağıtlı Yüksek Taraflar, karşılıklı olarak ülkelerinde, sözü geçen mezarlıkların, kemiklerin ve mezarların kimliğini ortaya çıkartmak ve bunları kütüğe yazmak, bunların bakımıyla uğraşmak, ya da bunların bulundukları yerlere uygun düşecek anıtlar dikmek işleriyle her birinin görevlendirilebileceği Komisyonlara, görevlerini yerine getirmeleri için her türlü kolaylıkları gösterme konusunda anlaşacaklardır. Bu Komisyonların hiçbir askeri niteliği olmayacaktır."

129. Madde ise, özellikle Gelibolu Yarımadasındaki Mezar ve Anıtlarla ilgili ayrıntılı bir düzenleme getirmektedir:

Türk hükümetince kullanımı bırakılacak toprak parçaları arasında özellikle İngiliz İmparatorluğu için, haritada gösterilmiş olan Anzac (Arıburnu)bölgesindeki toprak parçaları da bulunmaktadır.

İngiliz İmparatorluğu'nün yukarıda adı geçen toprak parçasından yararlanması aşağıdaki şartlara bağlı olacaktır:

1.Bu toprak parçası, Barış andlaşmasıyla belirtilen amacından başka herhangi bir amaçla kullanılmayacaktır; bu yüzden hiçbir askerlik ya da ticaret amacıyla, ya da yukarıda belirtilen asıl amacı dışında kalan başka hiçbir amaçla kullanılmayacaktır;

2.Türk Hükümeti'nin bu toprak parçasını-mezarlıkları da kapsamak üzere deınetlemeğe her zaman hakkı olacaktır;

3.Mezarlıkları korumakla görevli sivil bekçilerin sayısı mezarlık başına bir bekçiden çok olmayacaktır Mezarlıklar dışındaki toprak parçası için ayrıca bekçi bulunmayacaktır;
4.Bu toprak parçasında, ister mezarlıklar içinde ister dışında, yalnız bekçiler için kesin olarak gerekli konutlardan başka konutlar yapılmayacaktır;

5.Bu toprak parçasının kıyısında, insan ya da yük yüklemeyi ya da karaya çıkartmayı kolaylaştıracak hiçbir rıhtım, dalga kıran ya da iskele yapılmayacaktır;

6.Bu toprak parçasını ziyaret için gerekli bütün işlemler yalnız Boğazların iç kıyısında yapılabilecek ve bu toprak parçasına Ege Denizi kıyısından girmeye, ancak bu işlemlerin tamamlanmasından sonra izin verilecektir.

Türk Hükümeti, mümkün olduğu kadar basit olması gereken söz konusu işlemlerin, Türkiye'ye gelecek öteki yabancıların bağlı tutulacakları işlemlerden daha külfetli olmaması ve gereksiz her türlü gecikmeye yol açmayacak koşullar altında yapılmasını, işbu Maddenin öteki hükümlerine halel gelmemek şartıyla, kabul eder;

7.Bu toprak parçasını ziyaret isteğinde bulunan kimseler silahlı olmayacaklardır; Türk Hükümetinin bu yasağın uygulanmasını denetlemeye hakkı olacaktır;

8.Türk Hükümeti 150 kişiyi aşan ziyaretçi topluluklarını gelişinden en az bir hafta önce haberdar kılınacaktır.

Gelibolu Yarımadası'ndaki mezarlık ve anıtlarla ilgili genel sonuç niteliğindeki çerçeve budur. Günümüzde de ilgili konular bu çerçevede düzenlemektedir.

Gelibolu Milli Parkı'nm UNESCO Dünya Miras Listesine Alınması Çalışmasının başlangıcında değinildiği gibi bu konuda biz Gelibolu Milli Park Alanı'nın tümünün Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınmasını isterken Avustralya aynı yeri dünya değil, Avustralya Miras Listesi'ne sokmak istemektedir.

Aslında Türkiye bu sözleşmeye 1983'ten beri taraf olup, ülkemizde bulunan çeşitli tarihi yerler dünya miras listesine alınmıştır. Başka tarihsel-doğal değerlerimizin de aynı listeye alınması için hükümetlerimiz çaba harcamaktadırlar.

Çünkü bu sayede, kendi olanaklarımızla, yeterince koruyup restore edemediğimiz tarihsel-kültürel eserlerin, uluslar arası işbirliği yoluyla daha etkin korunabilmesi mümkün olabilmektedir.

Gelibolu Tarihi Milli Parkı konusunda akla takılan soru, bir ülkenin başka bîr ülkedeki tarihi varlığı, sözü edilen uluslar arası sözleşme gereği kendi miras listesine aldırıp aldıramayacağı ve bunun nedenleri noktasıdır.

Aslında böyle bir örnek vardır. Eski Kudüs ve Surları, Dünya Kültür Mirası listesine alınmıştır. Bunu isteyen Ürdün Hükümeti olup, Eski Kudüs ve Surları, Sözleşmeye taraf olmayan İsrail sınırları içinde yer almasına ve bu ülkenin itirazına karşın, bölgenin İsrail işgali altında bulunduğu gerekçesiyle kabul edilmiştir.

Bir diğer ve aksi yöndeki olumlu Örnek ise, ABD ve Kanada'nın ortaklaşa koruma altına aldıkları Dünya Miras Listesi'nde bulunan iki park alanıdır. Yani sözleşme çerçevesinde, taraf devletler uygun koşullarda birlikte başvuruda bulunarak, herhangi bir tarihi eseri Dünya Miras Listesi'ne aldırabilmektedir.

Ancak Gelibolu Tarihi Milli Park alanı ve içinde yer alan yabancı mezarlıkların durumu farklıdır. Kuşkusuz sözleşme çok açıktır ve "o yerin yer aldığı ülke devletinin Sözleşmenin öngördüğü bir şekilde bir öneride bulunması ve her durumda onayının aranması gerekliliğini" öngörmektedir.

Ancak Gelibolu Yarımadası'ndaki Mezarlıkların, yukarıda özetlemeye çalıştığımız gibi, Lozan Andlaşması'nda da kabul edilen statüsünün uluslar arası hukuk açısından taşıdığı özel koşullar, biraz konuyu belirsizleştirmektedir.

O nedenledir ki Gelibolu Yarımadası'ndaki Mezarlıkların, Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme çerçevesinde nasıl ve ne şekilde yer alabileceği ilginç ve önemli bir konudur. Konu özellikle bizim için çok önemli ve duyarlı olup; ilgili gelişmelerin büyük bir titizlik ve dikkatle izlenip, ön hazırlıkların yapılması gerekmektedir.

Özellikle, Mondros, Sevr ve Lozan'da dile getirilen gerçekler anımsanırsa...
Çanakkale Araştırmları Türk Yıllığı
kaynak: www.akintarih.com


--
MALCOLM X'İN AZİZ HATIRASINA:
http://gunesedat.googlepages.com/malcolmx
BLOG SAYFASI (YENİ):
http://www.blogcu.com/xmalcolm
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
  Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[Kayzer.Net] Avrupalilasma yolundaki Türkiye" konulu karikatür yarismasi Kazananlar


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
  Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Salı, Aralık 19, 2006

[Kayzer.Net] TAZE KAN İHTİYACI ( lütfen iletiniz )







Merhaba,  
5 yaşında minik bir  lösemi ( Kan Kanseri ) hastası için sürekli olarak 

taze kana  ihtiyaç 

bulunmaktadır. 
Miniğe kan vererek  destek olamak isteyecek tüm gönüllüler için aşağıda 

iletişim  bilgileri 

bulunmaktadır.  
Lütfen bu e-maili adres  defterinizdeki tüm kişilere iletiniz!Unutmayalım ki belki  bir gün bizim de kan'a ihtiyacımız olabilir.yardımlarınız için  şimdiden teşekkür eder, sağlıklı bir hayat dilerim. 
Saygılarımla. 

 

 Gülümser Şipoğlu  Koç 

İnsan Kaynakları

Hasta İletişim  Bilgileri  
Adı Soyadı       :Efe KURT 

Yaş    :5yaşında 
Anne Adı         :Nuran KURT 

Baba Adı         :Hüseyin  KURT 

Kan Grubu        :AB Rh ( + ) 

Tedavi Gördüğü Hastane  Adı: 

ULUDAĞ ÜNİVERSİTE  HASTANESİ - GÖRÜKLE 

 
 
İrtibat  Bilgileri 

Cep Telefon No  :0  546 285 83 77 

Arif TASDEMIR

Tel:00 00 90 224 451 88 73

Mobil : 00 90 536 743 22 40


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
  Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[Kayzer.Net] Eski Türkler (Yenileriyle karşılaştırmak acı verebilir.)

Ne İdik, Ne Olduk

Faziletliydik:
Kimsenin malına, mülküne göz dikmezdik. Kimsenin namusuna yan bakmazdık. Hırsızlık nedir bilmez, dilenciliği meslek edinmez, kimseyi de küçümsemezdik.
Dürüsttük: Bir zamanlar, Londra Ticaret Odası'nın en görünür yerinde şu mealde bir tavsiye levhası asılıydı: "Türklerle alışveriş et, yanılmazsın."

İtibarlıydık: Bir zamanlar, Hollanda Ticaret Odası'nın toplantılarında oylar eşit çıkınca, Osmanlılarla alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun dediği olurdu.

Temizdik: Yere bile tükürmezdik. Hatta, Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa'ya tanıtmasıyla meşhur Comte de Marsigil, yere tükürmedikleri için atalarımızı şöyle eleştiriyor: "Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarında sakallarında bir hararet olur ve zamanla saçları, kaşları, sakalları dökülür."

Çevreciydik: Kurak günlerde ücretle adamlar tutup sokaktaki ulu ağaçları sulatır, göçmen kuşların yorgunluk atması için, saçak altlarına kuş sarayları yapardık. Bunlara öyle çok örnek var ki, saymakla bitmez.

Harama el sürmezdik: Fransız müellif Motray, 1700'lerdeki halimizi şöyle anlatıyor: "Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar, arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu'ndaki ikametgâhıma kadar gelmişlerdir."

Medeni idik: İngiliz sefiri Sir James Porter ise, 1740'ların Türkiye'si için şunları söylüyor: "Gerek İstanbul'da, gerekse imparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde ispat etmektedir ki, Türkler çok medeni insanlardır."

Dosdoğruyduk:
Fransız generallerden Comte de Bonneval ise, şu hükmü veriyor: "Haksızlık, murabahacılık [aşırı kâr koyma, tefecilik], inhisarcılık [tekelcilik] ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında meçhuldür... Öyle bir dürüstlük gösterirler ki, insan, çok defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır."

Hırsızlık nedir bilmezdik: Fransız müellif Dr. Brayer, 1830'ların İstanbul'unu getiriyor önümüze: "Evlerin kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve dükkânların çoğunlukla umumî ahlâka itimaden açık bırakıldığı İstanbul'da her sene azami beş-altı hırsızlık vakası görülür."

Ubicini, Dr. Brayer'i şöyle doğruluyor: "Bu muazzam payitahtta dükkâncılar, namaz saatlerinde dükkânlarını açık bırakıp camiye gittikleri ve geceleri evlerin kapısı basit bir mandalla kapatıldığı halde, senede dört hırsızlık vakası bile olmaz. Ahalisi sırf Hıristiyan olan Galata ile Beyoğlu'nda ise hırsızlık ve cinayet vakaları olmadan gün geçmez."

Naziktik: Edmondo de Amicis isimli İtalyan gezgini, yine 1880'lerin "biz"ini anlatıyor bize: "İstanbul Türk halkı Avrupa'nın en nazik ve en kibar insanlarıdır. Sokakta kavga enderdir. Kahkaha sesi, nadirattan işitilir. O kadar müsamahakârdırlar ki; ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilir, bizim kiliselerde gördüğünüz kolaylığın çok fazlasını görürsünüz."

Cihana örnektik: Türkiye Seyahatnâmesi'yle meşhur Du Loir'un 1650'lerdeki hükmü şöyle: "Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medeni hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir."

Şefkatimiz yalnızca insana yönelik değildi, hayvanları, hatta bitkileri bile kapsıyordu.

Hayata karşı saygılıydık: Bu konuda dilerseniz Elisee Recus'u dinleyelim, bize 1880'lerdeki halimizi anlatsın:
"Türklerdeki iyilik duygusu, hayvanları dahi kucaklamıştır. Birçok köyde eşekler haftada iki gün izinli sayılır... Türklerle Rumların karışık olarak yaşadığı köylerde ise, bir evin hangi tarafa ait olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. Eğer evin bacasında leylekler yuva yapmışsa, bilin ki o ev bir Türk evidir." (Küçük Asya, c. 9)

Hayırseverdik: Comte de Marsigli'yi tekrar dinleyelim: "Yazın İstanbul'dan Sofya'ya giderken dağlardan anayol üzerine inmiş köylülerin, yolculara, bedava ayran dağıttıklarına şahit oldum."

Aynı müellif, ceddimizin hayırseverlikte fazla ileri gittikleri kanaatindedir. Şöyle diyor: "Fakat şunu da ifade etmeliyim ki, bu dindarâne hareketlerinde biraz fazla ileri gitmektedirler. İyiliklerini yalnız insan cinsine hasretmekle kalmayıp, hayvanlara ve hatta bitkilere bile teşmil ederler."

Bu tespiti, İslâm ve Türk düşmanı Avukat Guer misallendiriyor: "Türk şefkati, hayvanlara bile şamildir" dedikten sonra şu örneği zikrediyor: "Hayvanları beslemek için vakıflar ve ücretli adamları vardır. Bu adamlar, sokak başlarında sahipsiz köpeklere ve kedilere et dağıtırlar... Sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık Müslümanlara bile rastlamak mümkündür..."

"Kaçık"lığın kaynağını da veriyor adam: "Birçokları da sırf azad etmek için kuşbazlardan kuş satın alırlar. Bunu yapan bir Türk'e, bir gün, yaptığı işin neye yaradığını sordum. Küçümseyerek baktı ve şu cevabı verdi: 'Allah'ın rızasını tahsile [kazanmaya] yarar.'"

Ne dersiniz? Galiba, geçmişimizden uzaklaşmak, bize çok pahalıya patladı.

İşte sorulmaya değer ve cevaplanması elzem olan soru: "Bizde, o zaman var olup da bugün olmayan nedir? Nasıl kaybettik? Nasıl buluruz?"


--
MALCOLM X'İN AZİZ HATIRASINA:
http://gunesedat.googlepages.com/malcolmx
BLOG SAYFASI (YENİ):
http://www.blogcu.com/xmalcolm
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
  Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[Kayzer.Net] Stalin, maymundan ‘süper asker’ yaratmak istemiş!

Stalin, maymundan 'süper asker' yaratmak istemiş


Josef Stalin'in Rusya'daki akla hayale gelmeyecek tuhaf projelerinden biri daha gün ışığına çıktı. Moskovski Novosti ile Moskovski Komsomolets gazeteleri, 80 yıl öncesi yapılan 'maymun ve insandan süper asker yaratma' deneylerini yazdı. İki gazeteye göre, 1920 yılında Rus biyoloji doktoru İlya İvanov, Stalin'e hayvan-insan karışımından süper asker yaratılabileceğini söyledi.

Kırım'da Karadeniz kıyısında 'Askaniye Nova' adlı gizli araştırma merkezi kuruldu. Fransa deneyleri haber alınca İvanov'a Fransız kolonisi Yeni Gine'de araştırma merkezi kurma izni verdi.



İNSAN VE ŞEMPANZE

Projenin en ilginç safhası, şempanze ile insanın çiftleşmesi oldu. Birbirine yakın türlerin aralarında yeni nesil verebileceğine inanan İvanov, hedefe en süratli şempanze ile insanı birleştirerek erişebileceğini düşünüyordu. Maymun ve insanlarda farklı kromozom yapısı bulunduğunu 1926 yılında henüz bilmeyen çılgın doktor, Afrikalı kadınlara bilgileri dışında maymun spermiyle hamile bırakma deneylerine başladı. Rus doktorun Afrika'daki çalışmaları, ABD ile başka ülkelere de yayılınca laboratuvar, gemilerle yeniden Abhazya Özerk Cumhuriyeti'ne taşındı. Çalışmaları, 1930 yılına kadar başarısız bir şekilde sürdürüldü. Dr. İvanov, Stalin'in gizli polisi NKVD tarafından tutuklanarak 1932 yılında gönderildiği Sibirya kampında öldü.


--
MALCOLM X'İN AZİZ HATIRASINA:
http://gunesedat.googlepages.com/malcolmx
BLOG SAYFASI (YENİ):
http://www.blogcu.com/xmalcolm
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
  Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[Kayzer.Net] 3 ŞEY






Hayatta bir kez gittiginde asla geri dönmeyen üç sey:
Zaman, sözcükler ve firsattir.
Hayatta hiç bir zaman kaybedilmemesi gereken üç sey:
Barış, umut ve dürüstlüktür.
Hayatta en degerli üç sey:
Sevgi, kendine güven ve arkadaslardir.
Hayatta hiç emin olunamayacak üç sey:
Düsler, basari ve zenginliktir.
Hayatta insani gelistiren üç sey:
Çok çalisma, samimiyet ve basaridir.
Hayatta insani mahveden üç sey:
Cesaretsizlik, gurur ve öfkedir.

__._,_.___
 
.

__,_._,___

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
  Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[Kayzer.Net] türk halkının nobel yorumu




TÜRK HALKININ NOBEL YORUMU!..

Orhan Pamuk, Nobel Edebiyat Ödülü'nü 10 Aralık'ta İsveç'te düzenlenecek olan törenle almaya hazırlanırken, bir kamuoyu araştırması, bu ödüle en çok sevinenlerin gençler ve eğitimliler olduğunu ortaya koydu. Bu ödüle sevinenlerin oranı yüzde 26.4, sevinmeyenlerin oranı ise yüzde 37.2 çıktı. Karadeniz ve İç Anadolu bölgelerinde yaşayanlarla erkekler, çoğunlukla Nobel'in Pamuk'a verilmesini sevinçle karşılamadı.
Yarın seçim olsa MHP, Genç Parti, CHP ve AKP'ye oy vereceğini söyleyenlerin büyük bölümü Nobel'e sevinmediğini, ödülün siyasi nedenle verildiği belirtti. DTP'ye oy vereceğini söyleyenlerin çoğunluğu ise sevindiğini ve Pamuk'un ödülü hak ettiğini söyledi.
A&G Araştırma Şirketi'nin Türkiye genelinde Milliyet için yaptığı araştırmanın sonuçları özetle şöyle:

YÜZDE 21'İ HABERSİZ
  • Türk halkının yüzde 26.4'ü "Orhan Pamuk'un Nobel Edebiyat ödülü almasına sevindim" derken, yüzde 37.2'si "Sevinmedim", yüzde 21.1'i "Duymadım, haberim yok" dedi. Ödüle sevindiğini söyleyen kadın ve erkeklerin oranı eşit. Yüzde 15.4 ise bu soruyu cevaplandırmadı. Ödüle sevinmediğini söyleyen erkeklerin oranı yüzde 48.7 olurken, sevinmeyen kadınların oranı yüzde 24.2'de kaldı.
  • Gençler Nobel'e daha çok sevinirken, yaş ortalaması yükseldikçe "Duymadım, haberim yok" diyenlerle soruyu cevaplamayanların oranı ortalamanın üzerine çıktı.
  • Düşük eğitimliler bu konuda fikir beyan edemedi. Eğitim yükseldikçe Nobel Edebiyat Ödülü'nün Pamuk'a verilmesine "Sevindim" diyenlerin oranı ortalamanın üzerine çıktı.
  • İç Anadolu ve Karadeniz bölgelerinde ortalamanın üzerinde bu ödüle "Sevinmedim" denildi.
  • Eğitimde olduğu gibi sosyal statüde de, statü yükseldikçe ödüle "Sevindim" diyenlerin oranı ortalamanın üzerine çıktı.

    ÖDÜL SİYASÎ
    Katılımcıların, "Sizce Pamuk bu ödülü hak etti mi, hangi nedenlerle bu ödülü aldığını düşünüyorsunuz?" sorusuna verdiği yanıttan çıkan sonuçlar da şöyle:
  • Halkın yüzde 20.9'u Pamuk'un ödülü hak ettiğini, yüzde 40'ı ödülü siyasi nedenlerle aldığını ve bu yüzden de hak etmediğini düşünüyor. "Sevindim" diyenlerin yüzde 68'i, Pamuk'un ödülü hak ettiğini düşünüyor.
  • Kadınlar bu konuda cevap vermez veya veremezken, erkeklerin yüzde 52.1'i Orhan Pamuk'un ödülü siyasi nedenlerle aldığına inandıklarını söylüyor.
  • Gençlerden ise kalemi güçlü, iyi bir yazar olduğu için ödülü hak etti diyenler ortalamanın üzerinde. Düşük eğitimliler bu soruda da yorumsuz kalırken, eğitim yükseldikçe "Hak etmedi, siyasi nedenlerle ödül aldı" cevabı verenlerin oranı ortalamanın üzerine çıktı.

    ANKET 32 İLDE YAPILDI

    Araştırma 11-13 Kasım tarihlerinde Türkiye'nin 7 coğrafi bölgesinde, 32 il ve 115 ilçede, bunlara bağlı 134 mahalle ve köyde, 18 yaş ve üstü seçmen nüfusunu temsil eden 1153'ü kadın toplam 2 bin 330 denekle, yüz yüze görüşme metoduyla yapıldı. Örneklemin seçilmesinde çok aşamalı tabakalı tesadüfi yöntem, görüşülecek olan deneklerin belirlenmesinde ise cinsiyet ve yaş kotası uygulandı.
    Çalışmanın yürütüldüğü 32 il şöyle:
    Adana, Afyon, Ankara, Antalya, Batman, Bolu, Bursa, Balıkesir, Bingöl, Çanakkale, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Edirne, Eskişehir, Erzurum, Gaziantep, Hatay, İçel, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kocaeli, Konya, Malatya, Manisa, Mardin, Ordu, Samsun, Trabzon, Van ve Zonguldak.














  •  


    --~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
      Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
     Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
     Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
     Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
    adresinde bu grubu ziyaret edin
    -~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

    [Kayzer.Net] Minik bir bebeğe yardım etmek ister misiniz?





     


    NEKADAR FORWARD EDERSENIZ AILESI COCUGUN BAKIMI ICIN  PARA KAZANACAK...

    Resmi ekteki bebek bir yangindan kurtarilmis ve  suren tedavinin masrafi agir...Yardım etmek isteyenler için bilgiler aşağıdadır.... 

    Feyza Atayakul    

    Uzman
    Finansman ve Muhasebe 
    Sango Otomotiv  Acenteleri
    San ve Tic.A.S.
    Tel : 0262 6796114
    Faks: 0262 6796161

     

     

     

     



     



    --~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
      Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
     Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
     Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
     Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
    adresinde bu grubu ziyaret edin
    -~----------~----~----~----~------~----~------~--~---


    Komik Videolar   islam  şarkı sözleri  yemek tarifleri  gelibolu  huzur   sağlık