sg

Pazar, Ocak 07, 2007

[Kayzer.Net] Bebeğe tecavüz edenler ne oldu?

İran'da Pornoculara İdam Cezası
 
 
İran İslam Cumhuriyeti Şura meclisinde kabul edilen yasaya göre, porno filmleri yapan, çoğaltan ve dağıtımını yapanlar idamla...


İran İslam Cumhuriyeti Şura meclisinde kabul edilen yasaya göre,  porno filmleri yapan, çoğaltan ve dağıtımını yapanlar idamla yargılanacaklardır.

İran Kurân Haber ajansı İkna'nın bildirdiği habere göre İslami Şura Meclisi'nin dünkü açık oturumunda 209 milletvekilinin katılımıyla Görsel ve işitsel alanlarda kanun dışı faaliyet gösterenler hakkında verilecek cezalar görüşüldü.

İslami Şura Meclisi, 175 milletvekilinin olumlu yönde kullandığı oyla,  porno filmler üreten, çoğaltan ve dağıtanlara idam cezası verilmesi kararlaştırıldı.


kaynak:
 
-------------------------------------------------------------------------------------
BALONLARIN GURURU, İĞNELERİ GÖRENE KADARDIR!
-------------------------------------------------------------------------------------

MALCOLM X'İN AZİZ HATIRASINA:
http://gunesedat.googlepages.com/malcolmx

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
  Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[Kayzer.Net] Gidiyorum İstanbul'a


Gidiyorum İstanbul'a

Yağmurun yağışıyla gidiyorum ben İstanbul'a
Her giden yolcu gibi yükledim her şeyi bavula
Hayatın acımasızlığı düşer benimle yola
Bu gün ilk defa ayak basıyorum ben İstanbul'a

Ebedle ezelin kervanına kuruldum bir kere
İki elim bağlı götürür beni bekleyen yere
Zamanın tükettiği geçmişim ümit vere vere
Bu gün ilk defa ayak basıyorum ben İstanbul'a

İndiğimde bekleyecek mahşer misali; kalaba
Bana neleri,kimleri tanıştıracak acaba
Hangi bakışı sert olacaktır,hangi sözü kaba
Bu gün ilk defa ayak basıyorum ben İstanbul'a

Bir yabancı gibi dolaşacağım tüm caddelerde
Attığım titrek adımlarım sürünecek yerlerde
Düşe kalka yürürken kalacağım hep gerilerde
Bu gün ilk defa ayak basıyorum ben İstanbul'a

Engin NAMLI 13:09 18.04.2004

www.antoloji.com/engin_namli
mesaj & eleştiri:enginnamli@hotmail.com

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[Kayzer.Net] İLAÇLIK


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
  Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[Kayzer.Net] Laik eğitime darbe!

'Laik eğitime darbe!'
Mümtazer Türköne



Dehşet verici bir stres altında üniversite sınavına hazırlanan genç, yaşadığı kâbusun "laik eğitim"den kaynaklandığını bilmez. Liseyi bitirdiğinde, birkaç yılını alan denemelere rağmen üniversite kapısından içeri kapağı atamayan genç, karşısında aşılmaz bir "laik eğitim" engeli olduğunun farkında değildir.
Varını yoğunu evlatları için seferber eden ebeveynler, çocuklarının geleceklerini, yani umutlarını "laik eğitim"in kararttığını anlayamazlar.

Türkiye'de sadece iflas etmiş eğitim sisteminin değil, ekonomik ve sosyal sıkıntılarımızın kaynağında da enerjimizin büyük kısmını içine alıp tüketen bu "laik eğitim" bulunuyor. O zaman "laik eğitim"e esaslı bir "darbe" vurmadan, başta eğitim sistemimiz olmak üzere canımızın yandığı birçok alanda işleri yoluna sokmamız mümkün görünmüyor.

Mazrufu bütünüyle çürümüş, sadece zarfı kalmış eğitim sistemimizi akıl ve mantık sınırlarına çekmek başta olmak üzere, istihdam sorunumuzun çözümü özellikle ekonominin ara eleman ihtiyacının karşılanması güçlü bir meslekî eğitime bağlı. Herkes üniversite eğitimi almak zorunda değil. Hele bizdeki gibi, üniversite eğitimini tamamladıktan sonra hiçbir özel becerisi ve yeteneği olmadığı için işsiz kalan gençlerin yanında, piyasanın ara eleman ihtiyacının karşılanamadığı dikkate alınırsa, ortada nasıl bir plansızlık ve akıl dışılık olduğu görülebilir. Piyasa, meslekî eğitim almış genç arıyor; üniversite mezunu herhangi bir yeteneği olmadığı için iş bulamıyor. Bütün ekonomik sektörleri sürükleyen temel güç ara elemanlardır. Bu ihtiyacını uygun şartlarda karşılayamayan ekonomi, rekabet gücünü geliştiremez ve başkaları yani vasıfsızlar için de istihdam yaratamaz. Sorun sadece eğitimin değil, bütünüyle ekonominin de en esaslı sorunudur.

Biz ne yapıyoruz? Meslekî eğitime yönelenlerin üniversiteye girme şansını peşinen yok ettiğimiz için, "üniversite umudu" ile çocuklarımızı genel liselere gönderiyoruz. Meslekî eğitimin cazibesi kalmadığı için, sistem içinde genel liselerin oranı artıyor. Batı ülkelerinde sistem içinde % 25-30 genel lise ağırlığı, bizde tersine dönüyor. Meslek liselerinin ağırlığı % 30 düzeyinde kalıyor. Gençlerin % 70'ini, üniversite umudu ile, hayatta reel hiçbir karşılığı olmayan "genel" liselere, arkasından "genel" üniversitelere yönlendiriyoruz. Üniversiteyi bitiren gençlerin sadece % 18'i, eğitimini aldıkları alanda istihdam imkanına sahip olabiliyorlar. Sonuç: İş arayan, ama özel bir becerisi olmayan lise ve üniversite mezunu gençler; öbür tarafta ara eleman ihtiyacını bir türlü karşılayamayan reel sektör.

Sebep: "Laik eğitim". Nasıl? İmam hatip liselerini, dolayısıyla dinî eğitimi cazip olmaktan çıkartmak için "laik eğitim", meslek liselerine üniversite yolunu kapatacak "katsayı" sistemi uyguluyor.

Millî Eğitim Şûrası kararları arasında "laik eğitime darbe" vuran bir karar var: Bu karar, katsayı uygulamasını, mevcut uygulamanın tam tersine, meslek liseleri için bir avantaja dönüştürürken, laik hassasiyeti de dikkate alan bir formül öneriyor. "Ortaöğretimden mezun olan öğrencilerin mezun oldukları alanın devamı niteliğindeki alanlara geçişlerinde mevcut katsayının kaldırılıp, ek puan verilmesi; mesleki ve teknik eğitim okulları dahil olmak üzere tüm ortaöğretim okullarında ders ağırlıklarına göre alan belirlemesinin bir olgunluk sınavıyla yapılması, aynı alanlardan mezun olan ortaöğretim mezunlarının eşit olarak yarışması benimsenmiştir." Benim anladığım şu: Üniversite sınavında herkes eşit olacak; meslekî eğitimini devam ettirmek isteyenler ise ek puanla teşvik edilecek.

Bu karar tek başına eğitim sisteminin iri sorunlarının çoğunu tek başına ortadan kaldıracak bir karar. Ama ne var ki, sadece tavsiye niteliğinde ve uygulanabilmesi için önünde "laik eğitim" gibi, aşılması güç bir engel duruyor.

Hem eğitimin sorunlarını bir hal yoluna koymak hem de ekonomiye istihdam kalitesini yükselterek canlılık kazandırmak için bu engeli aşmak zorundayız. Yapacağımız ilk şey, laikliğin sorun yaratmak için değil sorunları çözmek için vaz'edilmiş bir prensip olduğunu hatırlamak. Öyleyse sorun laiklikte değil, laikliğin oldukça uzağında bir yerlere yerleştirdiğimiz "laik eğitim" algılamamızda. Hayatını elbirliği ile kararttığımız gençler adına söylüyorum: Artık bu algılamayı değiştirmeliyiz.


--
MALCOLM X'İN AZİZ HATIRASINA:
http://gunesedat.googlepages.com/malcolmx

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
  Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[Kayzer.Net] Ben Türküm, eşim Arap

 "Ben Türküm - Eşim Arap"
Ahmet Taşgetiren


Hazreti Peygamber'in etrafında Selmanı Farisi, Süheybi Rumi, Bilali Habeşi , Ebubekir gibi simalar vardı? Bunların hangi kavimden olduklarını sormak aklımıza gelir mi hiç? Sanki Hazreti Peygamber, onların hamurunu almış ve yeni bir millet yoğurmuştur ve onları bize öylece takdim etmiştir.

Başbakan Erdoğan, Amerika gezisi sırasında Yunanlı bir gazetecinin sorusunu cevaplandırırken Türkiye'de "Kürt hakları" diye bir şey olmadığını, Kürtlerin de diğer etnik gruplardan biri olduğunu ve parlamentoda Kürt asıllı 40 milletvekili bulunduğunu ifade ettikten sonra nüfus yapısının karakterini anlatma babında şunları söyledi:

"Ben Karadenizliyim, Türküm, eşim Siirtli Arap. 29 yıllık evliyiz. Hiçbir sorun yok."

Bu sözler Türkiye medyasında oldukça büyük gösterildi. Haberin kullanılış biçimine bakılırsa sanki medya şaşırmış gibi bir tavır içindeydi. Biliriz, medyada bir şeyin haber olması için, alışılmış bir bilginin dışında anlam taşıması gerekiyor.
Başbakan'ın sözlerinin haber boyutunun, daha çok eşi ile ilgili kısım olduğu tahmin edilebilir.
Sanki;
-Allah Allah, demek Emine Erdoğan Arap ha! gibi bir hayret.
Aslında, Türkiye nüfusunun karakteri doğru tahlil edildiğinde bunda şaşılacak bir şey olmadığı görülecektir.
Soru şu:
-Bir Türkle bir Arap evlendiğinde çocukları hangi etnik gruptan olur?
Hadi cevap verin bakalım!
Bir soru daha:
-Bugüne kadar Erdoğan ailesinde herhangi bir zaman Türklükle Araplık konusu tartışma sebebi değil, etnik bilinç halinde bile en küçük şekilde gündeme gelmiş midir?
Bir soru daha:
-Acaba Türkiye'de, böyle, farklı etnik gruplara mensup kişiler arasındaki evlilik ne kadar yaygındır?
Bir Kürt dostum, "Ben Kürdüm, eşim laz, çocuklarımız ne olur?" diye sormuştu bir keresinde?
Hadi bir kademe ilerletip bir soru daha üretelim:
-Acaba Kürt baba, Laz annenin çocuklarından birisi Mardin'li bir Arap ailenin kızı ile evlenirse çocuklar hangi ırktan olurlar?
Şöyle bir düşünceye ne dersiniz?
-Türkiye'de bu birbiriyle harman olma hadisesi o kadar eskilere gidiyor ve o kadar farklı kaynaşmalar oluşmuş ki, Türkiye'nin Türkü de, Kürtü de, Çerkezi, Lazı da, Arapı da kendi etnik menşe'lerinin çok ötesine taşmışlardır. Türk farklı bir Türk, kürt farklı bir Kürt, Arap farklı bir Arap olmuştur... Ben biraz Çerkezlerin daha çok kendi kendilerinden kız alıp verdiklerini duymuştum. Ama onların bile, bir hayli kaynaştıklarını söylemek mümkün.
Bir de şu:
-Böyle bir kaynaşma, kavmi bilincin yeniden ama farklı formatta inşası gibi bir sonuç doğurmuştur ama Türkiye örneğinde bu işin bir başka veçhesi daha vardır.
-İslam ortak paydası, insanları zaten kavimler ötesi bir duygu atmosferine sevketmiştir.
Çanakkale'de birlikte çarpışan insanlar...
Vatan duygusunu paylaşan...
Aynı safta namaza duran...
Bayram mutluluklarını birlikte yaşayan...
Birbirinin cenazesini omuzlayan...
Çocuklarına aynı adları veren..
Aynı çiğ köfteyi, aynı baklavayı, künefeyi, aynı çorbayı, aynı Urfa'yı, Adana'yı, aynı soğanı ekmeği, sütü peyniri azık eden bir toplum...
Türküleri, ağıtları karışmış bir toplum..
Şöyle düşünürüm:
Hazreti Peygamber'in etrafında Selmanı Farisi, Süheybi Rumi, Bilali Habeşi , Ebubekir gibi simalar vardı? Bunların hangi kavimden olduklarını sormak aklımıza gelir mi hiç? Sanki Hazreti Peygamber, onların hamurunu almış ve yeni bir millet yoğurmuştur ve onları bize öylece takdim etmiştir.
-Allah Allah, sahiden Emin'anım Arap mı? Tayyip Erdoğan'dan ne farkı var ki onun?
Evet, bu tepki gayet normal.
Birimiz çıkıp sokak ortasında bağırmazsak, "Ben Kürdüm, Ben Türküm, ben Arabım" diye kimse kimseyi ayırdetmeyecek aslında...
Biz bunu millet olarak başarmışız.
Gücümüz de ondan gelmiş biraz.
Osmanlı'da kavmi bir ukde yok. Son zamanlara, o ukdenin dışardan içimize sokulduğu zamanlara kadar.
İçerde de özel vurgular son zamanların işi...
Ahmet Türk!

"Ben Kürdüm" diye bağırsa ne yazar? Ya da Emine Erdoğan "Ben Türküm" diye bağırsa...Hani, bu coğrafyada herkes biraz Türk, herkes biraz Kürt, herkes biraz Çerkez, Laz, Arap'tır vs...

Bu coğrafya başka coğrafya...
Kafası karışmasaydı son zamanlarda, dünyada, etnisiteyi kabul eden ama ondan bir barış kütlesi dokuyan müthiş bir medeniyet iddiasının sahibi olacaktı.
Filistin'de şimdi iki grup vuruşuyor. Birbirinin çocuklarını öldürüyor.
Ne kadar acı!
Bu bizim coğrafyamızın ürünü mü?
Muhammed Muhammed'le kavga ediyor.
Olacak iş mi?
Irak'ta kavga var. her gün onlarca insan can veriyor. Ali ile Ömer vuruşacak...
Olacak iş mi?
Seslenmek zamanı değil mi?
Ey Müslüman coğrafyanın çocukları aklınızı başınıza toplayın!



--
MALCOLM X'İN AZİZ HATIRASINA:
http://gunesedat.googlepages.com/malcolmx

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
  Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Salı, Ocak 02, 2007

[Kayzer.Net] Açe Bayrağını Türk Bayrağı Yapıyor

Açe Bayrağını Türk Bayrağı Yapıyor 
 
 
Tsunami'de yerle bir olan Açe'yi İHH, Kızılay, Kimse Yok mu ve Deniz Feneri yeniden inşa etti. İşte Açe'nin bu yardımseline anlamlı cevabı:

28/12/2006 -

Tsunaminin yıktığı Açe'yi, İHH, Deniz Feneri, Kimse Yok mu ve Kızılay adeta yeniden inşaa etti. Açe yönetimi de Endonezya bayrağının kırmızı bölümüne, ay yıldız koyma kararı alarak minnetini gösterdi.

Tsunami felaketinden sonra Endonezya ve Sri Lanka'daki yardım faaliyetlerine Türkiye damgası vuruldu... Arkasına Başbakanlık desteğini alan Kızılay'ın yaptığı sosyal konutlar, "Türkiye, Türkiye" sloganları ve sevgi gösterileri arasında hak sahiplerine teslim edildi. Türk Kızılay'ı 2 yılda Sri Lanka'da 450 konut, 1 okul ve Budist tapınağı ile arıtma tesisleri yaptı. 4 camiyi onardı. Endonezya'da ise 1052 konut, 4 okul ve sosyal tesisler inşa edildi. Tsunamiden zarar gören Rahmatullah Camii'nin onarımı da, Türk Kızılay'ı tarafından gerçekleştirildi.

BAKAN ŞAHİN VE DİNÇER'E SEVGİ

Yüzyılın felaketinin 2. yıldönümünde Kızılay'ın yaptığı inşaatlar, Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin ile Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'in de katıldığı törenlerle teslim edildi. Törenlerde yapılan konuşmalarda Türkiye'ye şükran duyguları iletildi, "Türkiye, Türkiye" sloganları atıldı. Türk bayrakları dalgalandı. Yerel halk, Kızılay'a sevgi gösterilerinde bulundu. Bu arada, Endonezya'nın Açe Eyaleti'nde çocuklardan oluşan bando, defalarca 10'uncu Yıl Marşı'nı çaldı.

YENİ YÖNETİM: BAYRAĞI DEĞİŞTİRİYORUZ

Öte yandan Endonezya'nın Açe Eyaleti'nde seçimlerle işbaşına gelen yeni yönetim, Türk Bayrağı'nı yerel bayrak yapmayı kararlaştırdı. Üç ay sonra göreve başlayacak olan ve "Jön Türkler" olarak adlandırılan yerel yöneticiler, Parlamento'da ilk iş olarak bayrak değişikliği kararını alacaklar. Endonezya Milli Bayrağı'nın bir köşesine, ay yıldızlı Türk Bayrağı'nı yerleştirecekler. Bu değişiklikle Açe semalarında, ay yıldızlı Türk Bayrağı dalgalanacak.

 

http://www.ihh.org.tr/cgi-bin/index.pl?mod=news;op=news_id;id=1910



--
MALCOLM X'İN AZİZ HATIRASINA:
http://gunesedat.googlepages.com/malcolmx
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
  Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[Kayzer.Net] “Varım öyleyse düşünüyorum”

DESCARTES'İ YENİDEN DÜŞÜNMEK

"Varım öyleyse düşünüyorum"

C.P. Scott "Olgular kutsal, kanılar özgürdür" diyor. Edward Hallett Carr ise XIX. Yüzyılı "olgular fetişizmi" olarak tanımlıyor. C.P. Scott ve E.H. Carr'ın bu sözleri aslında hayatımız için ince çizgiler çiziyor. Bu sözleri Adem'den günümüze geçen zaman kavramına uygulamanın doğru olacağı kanaatindeyim. Olguların bir kutsallığı, kanıların özgürlüğü ve geçen bu zaman sürecinde olgular fetişizmi yaşandığı ve dünyanın bunu çok iyi yansıttığını söyleyebilirim. Bunun için olguları açıklarken olgular arası ilişkilerin gözden geçirilmesi ve yeniden yorumlanması gerekiyor. Bu hipotezden yola çıkacak olursak, aydınlanma filozoflarının kilise ideolojilerini yıktıklarını öne sürmenin yerine böyle bir sürecin var olduğunu ve zaten yıkılmakta olan düşünceye son darbeyi vuran düşünürler olduklarını görürüz.

Bu dönemde, yani geçen bu süreçte, daha açık bir ifade kullanacak olursak reformasyon sonrası dönemde özellikle Descartes'in "Düşünüyorum öyleyse varım." sözü –ben buna kurgu demeyi tercih ediyorum- Batı Dünyası'nda devrim olarak nitelendirilmelidir. Skolastik düşüncenin hakim olduğu Batı'da, özgürlük konseptinin karşılığını bulamadığı bir dönemde, rasyonel olarak çıkarımlarda bulunmak Batı için gerçekten ihtilalci bir şey! Aynı sözleri Luther için de söylemek sanırım hata olmaz.

"Aydınlanma" olarak adlandırılan dönem, Batı'da reform ve rönesans hareketleri sürecinde meydana gelen bir dönemdi. O dönemin düşünürlerinin oldukça iddialı tezleri vardı: İnsanın tek gerçeği, yegane gücü akıl. Yeryüzünde gerçekleşen olgular, insanın yaratılışı, madde, fizik ve aklınıza gelen her şey adına rasyonalizm denilen akılcılık düşüncesi çerçevesinde değerlendiriliyor ve bu çerçevenin dışında kalanlar doğru sayılmıyordu. İnanç özgürlüğü gündeme geliyor ve dinsel gerçeğin farklı yollardan aranabileceği öne sürülüyordu. Batı dünyasında sayısız mezhep türemiş ve tartışmalar zirveye ulaşmıştı. Otoriteye bağımlılık sorgulanmaya başlamış ve bireysel özgürlük bilinci gelişmeye başlıyordu...

İşte böyle bir atmosferde "Düşünüyorum öyleyse varım" kurgusunu öne süren Rene Descartes dünyaya geliyordu (1596-1650) Cizvit okuluna başlayan Descartes, Latince ve tarihin yanı sıra felsefe, mantık, fizik ve metafizik eğitimi de alıyordu. Ölümü de ilginçtir; İsveç Kraliçesi Christina'nın ona felsefe öğretmesi çağrısına uyarak Stockholm'e giden Descartes, üç ay sonra orada ölüyordu.

Kuşkuculuğun –septisizm- yaygın olduğu dönemde yetişen Descartes, bilgi ve kuşkuların üstesinden gelinebileceği inancı içerisinde; kuşku yöntemini septiklerden de kapsamlı bir şekilde uygulamakla kuşku kaldırmaz bir doğrunun ve kuşku kaldırmaz bir ölçütün ve gerçeğe ilişkin bütün bir doğrular sisteminin bulunabileceğini savundu ve bu tezi günümüze "kartezyen kuşkusu" olarak ulaştı. Zaten dikkat edersek, Descartes "Düşünüyorum öyleyse varım" kurgusuna da bu felsefe yolu ile ulaştı: Kartezyen kuşku.

"Düşünüyorum öyleyse varım" kurgusundan yola çıkacak olursak; Descartes bu kurguya, kuşkuyu olanaksız yapacak derecede kesinliği olan, kesinliği nihai ve var olan bir şeyle ilgili olan bir kriter süzgecinden geçerek ulaşmıştır.

"Her şeyin yanılgı olduğunu düşünmeye çalışırken, bunları düşünmekte olan benim bir şey olmam gerektiğini fark ettim. Bunun "Düşünüyorum öyleyse varım" (Je pense, d onc je suis), (Cogito ergo sum) gerçeğinin, septiklerin en aşırılarının bile yıkamayacağı kadar sağlam ve kuşkusuz olduğunu görerek onu aramakta olduğum felsefenin birinci ilkesi olarak kabul etmekte duraksamamam gerektiği yargısına vardım."

Gerçekten de Descartes oluşturmuş olduğu felsefe yoluyla ilk kesin bilgiye ulaşmıştı: "Düşünüyorum öyleyse varım" Kesin bilince ulaştığı şey gerçekten var olan bir şeydi; ve burada düşünen ben'di. Bu kurgu çerçevesinde Descartes Tanrı'ya ulaşmıştır. Aynı mantıkla şeytanı aldatıcı olarak kabul etmiş ve Tanrı'nın var olduğunu kanıtlamıştır.

"Kafamdaki tüm düşünceler düş ürünü ve yanlış olabilir; ama bunlar içinde bir teki, Tanrı düşüncesi, sonsuz ve mükemmel olan bir varlıktır."

Descartes'e göre akıl insanlara Tanrı tarafından "doğruyu yanlıştan ayırt etmek için verilmiştir." Ancak doğruyu yanlıştan ayırt edebilme yetisi olarak Tanrı tarafından verilen bu akıl gerçeğe ulaşmada bir vasıtaya, yönteme ihtiyaç duyar. Descartes, bunu şöyle ifade eder: "İyi bir zihne sahip olmak yetmez önemli olan onu iyi kullanmaktır…çok yavaş yürüyenler her zaman doğru yolu izliyorlarsa koşanlardan ve doğru yoldan uzaklaşanlardan daha çok ilerleyebilirler."

Descartes'in felsefesinde basamak basamak elde edilen hakikatler sırasıyla ben, Tanrı ve dış dünya (madde)'dir. Böylece Descartes benin ve Tanrı'nın varlığını ispat etmekle düştüğü solipsizmi (tek bencilik) aşmış   felsefesinin objektivasyonunu (dış dünyaya açılımını) sağlamıştır.  Burada var olan bu maddi alemin metafizik bir varlık olarak ispat edilen Tanrı ile ilişkileri nedir?

Solipsizmi (tek bencilik) aşan Descartes aslında felsefesinin objektivasyonunu (dış dünyaya açılımını) "Düşünüyorum öyleyse varım" sözü ile anlatmaya çalışmıştır. Descartes bu sözü ile solipsizmini "Varım öyleyse düşünüyorum" ideal kurgusuna çekmeyi daha doğrusu Tanrı'nın varlığına inandığını ve bu var olma sürecinde düşündüğünü ifade etmeye çalışmıştır.

Descartes'in veciz bir ifadesine burada ispat bakımından yer verecek olursak;

"Felsefede incelenen belli başlı bütün güçlükler üzerine kendimi tatmin etmek vasıtası bulmakla kalmayıp, bazı kanunlar da buldum. Tanrı bu kanunları tabiatta öyle bir kurmuştur ki, onların öyle kavramlarını ruhlarımıza işlemiştir ki, onlar üzerine biraz düşündükten sonra onların yani bu kanunların, dünyada var olan ya da husule gelen her şeyde aynı ile görüleceğinden şüphe edemeyiz"

Görüldüğü gibi Descartes düşünmesinin arka planındaki gerçeğin var olmak olduğunu ve sözün "Düşünüyorum öyleyse varım" kurgusunun "Varım öyleyse düşünüyorum." kurgusunu anlattığını ifade etmeye çalışmıştır.  

Hazırlayan: Fatih Bilge

 



--
MALCOLM X'İN AZİZ HATIRASINA:
http://gunesedat.googlepages.com/malcolmx
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
  Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[Kayzer.Net] Komünist katliamlar (Bu yazıyı saklayın, lazım olabilir)


Komünist katliamlar
 
Yavuz BAHADIROĞLU
"Amerika'nın suç takvimi" başlıklı yazım birçok "solcu" dostumu sevindirdi. "Nihayet gerçeği gördün" mealinde nârâlandılar...
 

Oysa gerçek tek taraflı değildir...
Madalyonun bir de "öteki yüzü" var. Bu madalyonun öteki yüzünde de "devrimci katliamlar" yazılı...
"Solcu" dostlarıma sormak isterim: Lenin, Stalin, Mao ve sair "komünist devrimci"lerin önderliğinde devletleştirilen komünizmin temelinde kaç insanın canı var dersiniz?..
İnanılır gibi değil, ama tam 100 milyon insanın...
Bize "Büyük önderler" olarak yutturulan komünist liderlerin acımasızlığı, yüz milyon insanın canına mal oldu...  Bu vahşetin geçmişte Naziler, şimdi İsrail dışında bir benzeri daha yoktur. Yine de Naziler bir soykırım politikasına rağmen, sadece 25 milyon insan katledebilmişlerdi. Komünistler ise 100 milyon insan öldürdüler.
Ölen ölecek, kalan dünya cennetinde yaşayacaktı. Ütopyaları bir "dünya cenneti" kurmaktı. Kimse ezmeyeceği için kimsenin ezilmeyeceği bu dünyada insanlar mutlu, geleceklerinden umutlu olacaklardı. Hakça bir paylaşım düzeni kurulacak, herkes eşit şartları paylaşacaktı.
Tabii ütopyalarına ulaşmak için engelleri kaldırmak gerekiyordu...
100 milyon engel ortadan kaldırıldı.
Fakat düşlenen "dünya cenneti"ne bir türlü ulaşılamadı. Çünkü öyle bir yer yoktu. Öyle bir yer tasavvur etmek bile insanın doğasına aykırıydı...
Zira insan sadece madde olarak değil, duygu olarak da insandı...
Başkasından daha fazla kazanmak isterdi...
Bunun için daha fazla çalışmayı göze alırdı...
İçinde kıskançlık vardı, rekabet hissi vardı, ihtiras vardı...
İnsanı bunlardan ayırmaya çalıştığınızda, ortada "insan" denen bir varlık kalmazdı.
Nitekim komünist dünya, hızla "robotlar dünyası"na dönüştü!
Neyse; biz komünist katliamlara bir göz atalım...
Yıllar yılı "İnsanlığın hizmetinde" gösterilen Lenin, Rusya tarihinde ilk kez genel oyla seçilen (4 Ocak 1918) Kurucu Meclis'i dağıttı ve bunu protesto için sokağa çıkan Meclis yanlılarının üzerine ateş açtırdı. Binlerce insan öldü. Ve Rus demokrasisinin sembolik mânâdaki kalesi de böylece yok edildi. Meydanda tek parti, tek lider, tek fikir, tek doğru kaldı.
Komünist önderlere göre, bütün bunlar "halkın iyiliği için" yapılıyordu. Sonunda cennet kurulacak ve dünya cennetinde herkes mutlu olacaktı!
Tüm cinayetler cennete ulaşmanın aracıydı!..
Tüm ölümler ve acılar da ona yönelikti.
Lenin çoktan bu yolu göstermişti: "Yoldaşlar, muhalefete hiç ihtiyacımız yok, şimdi bunun zamanı değil! Hangi yandan olursa olsun, muhalefetle değil, silahla tedavi edeceğiz."
Komünistler, git gide bozulan ekonomiyi daha çok insan öldürerek düzelteceklerini düşündüler ve Rusya'da yüz binlerce insan katlettiler. Kırım halkını tümüyle vatanlarının dışına sürdüler...
Komünistler de, tıpkı faşistler gibi, kendilerinden saymadıklarını yok ederek gelişeceklerine inanmışlardı.
Yine de komünist dünyanın en korkunç katliamları Rus komünistleri tarafından değil, Çin komünistleri tarafından gerçekleştirildi.
Komünist Çin yönetimi, bir çırpıda 10 milyon civarında Tibetli katletti...
Toprakların zorla kamulaştırıldığı 1959-1961 yılları arasında, 20 milyon "muhalif" öldürüldü.
Tarımdan anlamayan Mao Zedung ile köy görmeden tarımsal arazilerde ekilecek ürünü Pekin'deki yüksek duvarların gerisinde planlayan "uzman"ları yüzünden gerileyen üretimin faturası, köylülere çıkarıldı. Yanlış plânlamadan dolayı oluşan kıtlığın sorumlusu olarak görülen köylülerden 40 milyonu öldürüldü.
Bütün bu cinayetler işlenirken, komünist liderler, Pekin'deki karargâhlarında yeni sloganlar üretmekle meşguldüler. Onlara göre "Üç yıllık çaba ve mahrumiyet, bin yıllık mutluluk" getirecekti.
Birçok yazara göre, başını Mao'nun eşinin çektiği "Büyük Proleter Kültür Devrimi" esnasında, Çin'de bir milyon (üç milyon diyen de var) insan yok edildi. Binlercesi işkenceden geçirildi.
Komünist Kızıl Khmer (Kamboçya) önderlerinin sloganı şuydu: "Kurduğumuz ülke için bir milyon iyi devrimci yeterlidir; geri kalanına ihtiyacımız yoktur. Bir düşmanımızı hayatta bırakmamak için, on dostumuzu öldürmeyi tercih ederiz."
Yerimiz iyice daraldı. En iyisi ayrıntıya girmeden, komünist devrim yapan ülkelerde katledilen insanların kabaca bir dökümünü vermek...
SSCB: Yirmi milyon ölü...
Çin: Altmış beş milyon ölü...
Vietnam: Bir milyon ölü...
Kuzey Kore: İki milyon ölü...
Kamboçya: İki milyon ölü...
Doğu Avrupa: Bir milyon ölü...
Latin Amerika: Yüz elli bin ölü...
Afrika: Bir milyon yediyüz bin ölü...
Afganistan: Birbuçuk milyon ölü.
Allah, sonu gelmez ihtiraslara tutsak olmuş yöneticilerin zulmünden, tüm insanlığı korusun.

--
MALCOLM X'İN AZİZ HATIRASINA:
http://gunesedat.googlepages.com/malcolmx
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
  Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Kayzer.Net Aşk Sevgi Mizah Eğlence Grupları..." grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : KayzerNet@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: KayzerNet-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups-beta.google.com/group/KayzerNet?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---


Komik Videolar   islam  şarkı sözleri  yemek tarifleri  gelibolu  huzur   sağlık